HABER MERKEZİ - Kürt Özgürlük Hareketi üyesi Hêlîn Ümit, Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun demokratik siyasete hazırlandığını belirterek, “Anayasal düzenlemeler yapılırsa neden Türkiye’ye dönmesinler” diye sordu.
Kürt Özgürlük Hareketi üyesi Hêlîn Ümit, Medya Haber Tv’de yayınlanan Özel Program’da gazeteci Erdal Er’in sorularını yanıtladı. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 9 Temmuz’da yaptığı tarihi görüntülü çağrının duygu dalgalanmasına neden olduğunu belirten Hêlîn Ümit, Abdullah Öcalan ile PKK’nin doğrudan bir temasının olmadığını belirtti.
Kamuoyunda PKK ile Abdullah Öcalan arasından doğrudan bir bağlantı olduğu yönünde bir kanı olduğunu dile getiren Hêlîn Ümit, “Ekim ayından şimdiye kadar bize gelen, ulaşan bilgileri çeşitlik şekilde kamuoyu ile paylaştık, paylaşıyoruz. Bu konu ile ilgili olan kesimler arkadan bir temasın olduğunu düşünüyorlar ve bunun arayışı içindeler. Bunu netleştirmeye çalışıyorlar. Zaman zaman Önderlikten mektup ve bilgiler geliyor fakat Önder Apo ile doğrudan bir temas yoktur” dedi.
‘ÖNDER APO SÜRECİ YÖNETMELİ’
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın koşullarından değişiklik beklediklerinin altını çizen Hêlîn Ümit, “12’nci Kongremizi gerçekleştirdik. Bu kongrede önemli kararlar aldık. PKK feshi gerçekleşti ve silah bırakma kararı alındı. Önder Apo’nun bu süreci yönetmesi gerektiğini bir defalarca ifade ettik. Bir şart yada bir koşul koyma durumu yok. Özel savaş medyası hep bunu böyle ele almaya çalışıyor. Ancak Önderlik Hareketi, PKK, Gerilla gücünün dayanakları Önder Apo tarafından oluşturuldu. Önder Apo dışından hiç kimse bu bahsedilen kararları pratikleştirmememizi sağlayamaz. O açıdan Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü sürecin sağlıklı yürümesi açısından acil bir ihtiyaçtır. Bu bir şarttan öte bir şey. Karşılıklı bir müzakere konusunun ötesinden bahsediyoruz. Müzakerenin bir parçası gibi değil. Sürecin o noktaya taşınması için bile Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olması lazım. Başka hiçbir güç bize bunu kavratamaz, yürütemez. Şimdiye kadar yazılı mesajlar iletildi. Onların üzerine kongre, silah yakma töreni oldu. Kendisini fesih etmiş olsa da PKK yapısı Önderliğin çağrısına böyle cevap verdi. Fakat Önder Apo’nun konumuna şuana kadar değişen bir şey yok. Bir gevşeme var ancak bunun bir garantisi yok. Yasal bir statüsü yok” diye konuştu.
‘ÖNDERLİĞİN MEVCUT DURUMUNDA DEĞİŞİKLİK YOK’
Sürecin “umut hakkı” temelinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a yaptığı çağrı ile başladığını hatırlatan Hêlîn Ümit, “Devlet adına bunu yaptığı şimdi daha iyi anlaşılıyor. Onunla başladı fakat başta umut hakkı olmak üzere Önderliğin mevut durumunda statüsünü değiştirecek adımlar atılmış değildir. Söylemler var, tartışmalar oluyor. Özel savaş medyası üzerinden bize ulaştırılmak istenen mesajları anlıyoruz. Deniliyor ki; ‘Önderliğin yerinden bir süre sonra değişiklik olacak, ev hapsine geçecek.’ Bunların çok karşılığı yok. Bugün bu süreç yürüsün diye izin verenler yarın her hangi bir sorun çıktığından karşısına geçebilirler. Bunun bir yasal güvenceye kavuşturulması lazım” ifadelerini kullandı.
‘TERÖRSÜZ TÜRKİYE KAVRAMINI REDDEDİYORUZ’
Demokratik Toplum ve Barış Süreci’nin ilerleyebilmesi için atılması gereken adımlara değinen Hêlîn Ümit, sözlerini şöyle sürdürdü: “Öncelikle bu ‘terörsüz Türkiye’ kavramını biz reddediyoruz. Terör yaftalamasını kabul etmiyoruz. Özgürlük hareketi, PKK, tarihin görmüş olduğu en meşru mücadeleyi yürüttü. Bir halkın kimlik savaşını yürüttü. Denizlerin mahkemesinde Denizler diyor ya; ‘zulme karşı direnme hakkı en evrensel hak.’ Zulme karşı direnme hakkını Kürtler kullandılar. Terör yaftalamasıyla 50 yıldır nasıl ki bir sonuca ulaştıramadılar bundan sonra da ulaşmaz. Bu kavram, bu kavramlaştırma gerçekten güvensizliği çok fazla derinleştiriyor. Bunun değişmesi lazım. Fakat bu kavrama nereden geliyor Türk devleti? Diyorlar ki; ‘bizim sorunumuz silahlı güçlerle, silahlı mücadele yürüten PKK ile bu da eşittir terörizm, bu biterse yani sorun çözülür.’ Fakat bizim yaklaşımımız nasıldır? Biz sorunu hiçbir zaman silahı bir amaç çerçevesinde kullandığımız için o amacın yeni yolunu açmaya çalışıyoruz. Bu süreç bizim açımızdan demokratik siyaset ve hukuka dayalı yeni mücadele yönteminin yolunu açmak içindir. Bu sürecin tüm adımları bunun için atıldı. Kürt sorununun çözümü açısından bir projemiz var. Bu çerçevede biz bu sürecin içerisine girdik ve bunu yürütüyoruz. Güvenlik bürokrasisi olmak üzere bu işin yürütücüleri bu tartışmayı ya da bu süreci silah bırakma tartışmalarına indirgeyerek aslında tasfiye etme noktasına getirmek istiyorlar. Biz Türkiye'nin demokratikleşmesine dayalı yeni bir süreci istiyoruz ve o yüzden de isimlendirme Önderlik tarafından Demokratik Toplum ve Barış Süreci olarak isimlendirildi.”
SON 10 YILDA YAŞANANLAR
Kürtlerin iktidar ile uzlaştığı yönündeki spekülasyonlara yanıt veren Hêlîn Ümit, “Sürecin isimlendirilmesi bile sadece bir uzlaş bir barış süreci değil. Eğer Demokratik Toplum gelişirse bu süreç gelişebilir. Eğer Demokratik Toplum Süreci gelişirse barış gelişebilir” dedi. Kürt Özgürlük Hareketi ile devlet arasından sorunların çözümü noktasında makasın nasıl kapanacağı yönünden yöneltilen bir soruya Hêlîn Ümit, şu şekilde cevap verdi: “Bizim sürece karşı ya da Önderliğimizin ortaya koyduğu çağrı ve perspektife karşı bir inancımız olmasa bu adımlar atılamazdı. Bu makasın ciddi bir mücadele ile kapanacağını düşünüyoruz. Sonuçta her savaşın bir barışı vardır. Bu savaş 50 yıldır birçok gerçekliği açığa çıkardı. Kürt varlığını, direnen bir toplum gerçekliğini, özgürleşen Kürt kadınını, Kürtlerin dostlarını, ve yeni bir sosyalizm anlayışını açığa çıkardı. Bakın özel savaşın yönlendirmelerine çok dikkat etmek lazım. Açığa çıkan bir Kürt varlığı vardır. Bu sadece Türkiye'de değil, bölgede temel bir aktör konumuna gelmiştir. Hemen hemen her güç bu Kürtlerle, Kürt denilen gerçeklikle ilişki kurarak bölgedeki pozisyonunu güçlendirmek ve etkili olmak istiyor. ABD bile öyle yapmak istiyor. İsrail bile öyle yapmak istiyor. Biz kendimize güveniyoruz. Türkiye toplumunun temel yarası, Türkiye halkının bu kadar aslında hemen hemen her alanda gerilemesinin nedeni kendi iç sorunlarını çözememesidir. Kürtlerle kendi iç barışını yapamamasıdır. Bunu yapamayan Türkiye ne yaparsa yapsın hangi konuda adım atarsa aslında demokratikleşemez. 10 yıl önce de bir masa kuruldu. Önder Apo o masayı ayakta tutmak için o kadar mücadele etti. O masa devrildi. Peki ne oldu? Hemen hemen tüm parametrelerinde, toplumsal ilişkilerinde, siyasal yapısında, ahlaki durumunda, ekonomik durumunda, kültürel gerçekliğinde gerileyen bir Türkiye oldu. Türkiye güçlendi mi bu 10 yılda? Tam tersine Türkiye'de devlet diye bir şey kalmadı. Devlet bir parti değildir. Devlet bir iktidar da değildir. Devlet başka bir şeydir. Türkiye'de modern anlamda modern ulus devlet anlamında bile bir devlet yoktur. Kalamazdı da. Kürt sorunu çözememiş ya da halklarla sorun çözememiş bir Türkiye'de gelişme olamaz. Türkiye Cumhuriyeti, eğer kendi sosyolojisine uygun yeniden yapılanmazsa dağılır” dedi.
‘CİDDİ HATALAR YAPILDI’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 24 Temmuz 2015 tarihinde “Kürt sorunu yoktur buzdolabına koyduk” sözleri ile başlayan çatışmalı sürecin temelinde “Kürt fobisi” olduğunu vurgulayan Hêlîn Ümit, “Kürtlerin bir şeyler kazanıyor olması, kazanabilecek olması, dünyada giderek tanınan ve bir aktör olarak bir rol verilen bir halk haline geliyor olması bu zihniyetten dolayı panik yarattı. O panikle de aslında ciddi hatalar yapıldı. Sürecin önüne geçen bir şey de buydu. Kürtlerle asli unsur olarak kabul eden bir zihniyet olsaydı bugün biz Misak-ı Milli dediğimiz şeyi daha güçlü savunur hale gelebilirdik” dedi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş kodlarını iyi analiz etmek gerektiğini dile getiren Hêlîn Ümit, Cumhuriyetin ikinci ayağında dış güçlerin etkisinin fazla olduğunu ve günümüze kadar da bundan kurtulamadığını sözlerine ekledi.
‘ULUS DEVLETLER BAĞIMSIZ OLAMAZ’
Ulus devletlerin hiçbirinin bağımsız olamadığının altını çizen Hêlîn Ümit, kapitalist sistemin buna izin vermediğin söyledi. Irak'ta Saddam, Suriye'de Esad ve sonra olarak İran ile İsrail arasından yaşanan çatışmalı süreçleri hatırlatan Hêlîn Ümit, “Bahçeli'nin uyarısı ve hassasiyeti yanlış değil. Ortadoğu 90'lardan itibaren ciddi bir değişim ve dönüşüm, müdahale sürecini yaşıyor. Sadece müdahale sürecini yaşamıyor. Bu zihniyet yapısı ve bu politik yaklaşım Türkiye'yi kendi içinde daha da kapanan ve aslında kendi içerisinde de korkuyla yaşayan bir korkuyu ifade ediyordu Devlet Bahçeli'nin o analizi. Türkiye ancak kendi içinde iç barışını gerçekleştirmiş, kendi sosyolojisine uygun, kendi toplumsal gerçekliğine uygun bir yapılanmayı gerçekleştirebilirse o zaman bu tehlikeyi engelleyebilir. PKK olmasa da gerçekliklerinin farkından olan Kürtler, Ermeniler, Çerkezler tekçiliğe karşı her zaman direnirler. ‘Israrla Türk olacaksın ve bu şekilde yaşayacaksın’ denilirse varlığın doğasında direnmek vardır. PKK'nin yarattığı bir Kürtlük var. Kendi varlığından utanan Kürt, şimdi ‘Ben varım ve özgürce yaşayacağım’ diyor" diye konuştu.
DEMOKRATİK ENTEGRASYON NEDİR?
Son günlerde sık dillendirilen “Demokratik entegrasyon nedir” sorusuna açıklık getiren Hêlîn Ümit, konu ile ilgili şunları söyledi: “Halkımızın kaygıları var. Çünkü çok fazla özel savaş var. Kavram kargaşası da var. Kavramların içi de boşaltılıyor. Entegrasyon kelimesinin sözlük anlamı bütünleşme. Fakat biz sadece entegrasyon kavramını kullanmıyoruz. Demokratik entegrasyon diyoruz. Dünyada entegrasyon deneyimleri de var. Bir varlığın, bir gerçekliğin, bir olgunun kendi bütünlüğünü koruyarak bir yapıya dahil olması. Türkiye Cumhuriyeti de bu kavramı kullanıyor. Biz de kullanıyoruz. Evet bizim kullandığımız demokratik entegrasyon. Türkiye demokratikleştikçe biz bütünlük halinde varlık olarak kendimizi dağıtmadan kendimizi eritmeden ona dahil olacağız. Onunla bütünleşeceğiz. Bunun asimilasyonist yaklaşımla farkı var. Şimdi kadar Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uyguladığı yöntem asimilasyonist yaklaşımdı. Yani inkarcılıktı. ‘Türkleşirsen dahil olabilirsin. Türk olarak kendini tanımlarsan dahil olabilirsin. Senin komünal hakların yok. Toplumsal hakların yok. Senin bir hak olmakta halk olmaktan kaynaklı hakların yok’ deniliyordu. Demokratik entegrasyon Kürtlerin kolektif hakların tanınması anlamına geliyor. Kürtlerin, Kürt toplumunun bir topluluk olarak, bir halk olarak tanınması ile ilgili bir şey. Öyle olursa Kürtler tabii ki sahiplenecek. Onun asli unsuru haline gelecek.”
‘ARTIK İNKAR BİTMİŞTİR’
Neyin karşılığında PKK adım atılıyor ve öz savunma noktasında bundan sonra neler yapılacak konusundan halkların merak ettiği konulara da değinen Hêlîn Ümit, “Bu sürecin bir al-ver süreci olmadığını ifade ettik. Biz bu sürece varırken şunu çok iyi analiz ettik; Geldiğimiz nokta nedir? 24 Temmuz 2015 sonrası saldırılarla ne oldu? 10 yıllık savaşla gene aynı noktaya döndük diye bir cevaba ulaştık. Bu süreci analiz ettiğimizde biz şunu görüyoruz; Evet, biz mücadeleyi yürütüyoruz. Kaybetmedik, başarılıyız. Karşımızdaki güç bizi yok edemedi. Bütün şeyini enerjisini buna harcadı. O zaman nedir? Kürtler vardır. Yani varlıkları kanıtlanmıştır. Artık inkar bitmiştir. Türkiye Cumhuriyeti'nde de mevcut AKP hükümeti zamanında da bir söylem değişikliği var. Şimdi bu noktaya gelindiyse silahlı mücadeleyle devam etmek, bu mücadeleyi böyle sürdürmek demek devlet hedefi demektir. Başka nereye varacaksın? Yani karşındakini yıkacaksın ya o devleti ele geçireceksin ya yeni bir devlet kuracaksın. Fakat biz paradigma olarak devlete karşıyız. Biz devleti bir kölelik aracı, bir baskı aracı, bir zor aracı olarak görüyoruz. O anlamıyla da kendi özgürlük anlayışımız, demokrasi anlayışımız, dünyaya bakış açımız demokratik topluma dayalı. Şimdi bizim almak istediğimiz şey demokratik toplum. Biz karşılığında demokratik toplumun açığa çıkmasını istiyoruz. Bunu örgütleme hakkı istiyoruz. Demokratik siyasete alan açılmasını istiyoruz. Bunun dışında biz başka bir şey istemiyoruz” ifadelerini kullandı.
‘KÜRT SORUNU TEMEL SORUN’
Muhalefet kesimleri tarafından Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ne getirilen “Demokrasi olmadan Kürt meselesi çözülmez” yönündeki eleştirilere değinen Hêlîn Ümit, “Bize bunun söylenmesi bile gerçekten yanlıştır. Bir ideali olan ve bunun için bu kadar ağır bedeller vermiş bir hareketiz. Can vermiş, kan vermiş, bu coğrafya eşitlik getirmek, özgürlük, demokrasi, onurlu bir yaşamın açığa çıkması için 50 bin şehit vermiş bir hareketiz biz. Olayı çok basitleştiriyorlar. Bizi bir siyasi parti konumuna indirgemeye çalışıyorlar. Biz hareket olarak bir siyasi parti değiliz. DEM Partiyle bunu tartışabilirler. DEM Parti cenahında da ‘Böyle olursa işte biz onunla uzlaşırız’ diye düşünenler de olmuş olabilir. Ama Kürt Özgürlük Hareketi olarak bizim gündemimizde böyle bir tartışma yoktur. Olamaz. Bizim derdimiz demokratik siyasete alan açılmasıdır. Türkiye'nin demokratikleşmesidir. Eşitlik, özgürlük temelinde ilişkilerin yeniden inşa edilmesidir. Bizim derdimiz budur. Bu kadar bedeli bunun için verdik. Diğer yaklaşım çok küçük düşünmektir. Hep biz şunu söyledik; bu işi çözenin yanında dururuz. Kürt sorunu çözenin destekçisi oluruz. Kürt sorunu, Türkiye'nin temel sorunu eğer bu sorun çözülürse Türkiye bayram yerine dönüşecek, değişecek, dönüşecek, güzel bir ülke haline gelecek. Sorunlar hemen fırt diye ortadan kalkmayacak. Ama çözüm yolu açılmış olacak, umut gelecek, nefes alacağız. Bir seçim ittifakı değil. Bu mümkün değil” diye konuştu.
MUHALEFETİN KAYGILARI
Türkiye’de iki çeşit muhalefet olduğunu dile getiren Hêlîn Ümit, devamında şunları söyledi: “Biri gerçekten demokrasiye gönülden bağlı, Türkiye'nin gelişmesini isteyen, o anlamıyla kaygı duyan muhalefet. Bu kesim bizim attığımız adımlardan da kaygı duyan bir kesim. ‘Acaba bunlar kullanılır mı? Kürt özgürlük hareketi tasfiye olursa geriye ne kalır? Türkiye'de kim direnir?’ kaygısını taşıyan ve bize görüşlerini iletmek isteyen çok duyarlı dostlarımız, siyasi bir yapı var. Birde en diğer uçtan milliyetçi bir muhalefet var. İkisini birbirinden ayırmak gerek. Türkiye'deki muhalif güçler CHP'de başta olmak üzere yapıcı bir yaklaşım içerisinde oldular. Bu sürecin gelişmesini isteyen, destekleyen bu anlamıyla da destek vereceklerini açıklayan bir konumda oldular. Özgür Özel'in tutumları da sürecin gelişmesine katkı sağladı. İktidar cephesi sorunu tanımlamaktan kaçarken Özgür Özel'in başını çektiği kesim ‘Kürt sorunu var. Kürt sorununu çözmeliyiz’ dedi. İşin en esaslı yerine dokundu. Bunlar çok değerliydi ve eğer bazı adımlar böyle atılmaya devam ettiyse veya iktidar kanadından ısrar devam devam ettiyse muhalefetin bu tutumunun rolü kesinlikle oldu. Kendi içinde bir kesim şöyle tartışıyor; Türkiye'nin temel sorunu demokratikleşmedir. ‘Türkiye demokratikleşirse Kürt sorunu çözülür’ diyen denklemi böyle kuran bir kesim var. Evet, doğru söylüyorlar. Fakat Türkiye'nin demokratikleşmesi için bu sorunun çözülmesi lazım. Başka türlü biz kendimizi ölçü yapmıyoruz. Yaşadıklarımız ortada. Türkiye'nin yüz yılı, en yakıcı son 50 yıl gerçekliği ortada. O anlamıyla muhalefet cephesinin gerçekten daha süreci sahiplenen, öneriler sunan, projeler oluşturan, kendine güvenmesi gerek.”
‘DEMOKRASİ CEPHESİ KURULMALI’
Demokrasi güçleri ve muhalefetin topyekun bir şekilde “Demokrasi Cephesi”ni kurması gerektiğini belirten Hêlîn Ümit, bunun demokrasiyi geliştireceğini sözlerine ekledi. Cumhur İttifakı’nın süreci bir dayanak yaparak muhalefeti sindirmek istediğine dikkati çeken Hêlîn Ümit, Kürt Özgürlük Hareketi olarak buna karşı olduklarını kaydetti. Belediyelere kayyım atama uygulamaların ortadan kalkması gerektiğini vurgulayan Hêlîn Ümit, “Muhalefete yönelik saldırılar süreci de zora sokuyor. Sürecin üzerine de bir ağır yük bindiriyor. Hem süreci zorluyor hem de aslında aba altından sopa göstermek gibi bize gösterilen bir şey oluyor. ‘Bakın eğer şey olmazsa siz de böyle olursunuz’ der gibi. Kürt demokratik siyaset alanına yapılanları biliyoruz. Gördüler ki Bakûr Kürdistan'da halkın iradesi sindirilemiyor. Ondan sonra şimdi DEM Parti muhatap alınıyor. Muhalefete dönük bu saldırıların durması gerekir. İlkel milliyetçi kesimlerde çıkıyor ‘bunlar işte ne zaman bizim yanımızdaydılar ki biz şimdi hani şöyle yapalım. İşte Kürt illerindeki belediyelere kayyum atanırken bunların sesi çıkmadı’ diyorlar ancak biz o kadar dar bakamayız. Bizim derdimiz de ideallerimiz de daha büyük” ifadelerini kullandı.
‘DEMOKRATİK SİYASETE HAZIRLANIYORLAR’
Barış ve Demokratik Toplum Grubu'nun 11 Temmuz'da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine silahlarını yakmaları sonrası nereye gittikleri ile ilgili yöneltilen bir soruya Hêlîn Ümit, şu şekilde cevap verdi: “Gerçekten çok başarılı bir eylemdi. Etkisi de çok iyi oldu. Gurur verici bir tören oldu. Hem disiplinleriyle hem duruşlarıyla, yarattıkları havayla, Önder Apo’nun ortaya koyduğu çağrıya tam bağlılığı ortaya koymalarıyla herkesi etkiledi. Şimdi tabii arkadaşlar geri döndüler. Sembolik bir grup dedik. Törenden sonra bazı röportajlar yaptılar. Orada neden böyle bir eylemin içerisine girdikleri ifade etti arkadaşlar. Arkadaşlarımız tabii ki yeni döneme yoğunlaşıyorlar. Merak edilen konulardan bir ne yapıyor bunlar? Yoğunlaşıyorlar. Silah yakma eylemi niye oldu? Demokratik siyasetin önünün açılması için silahlar yakıldı. Şimdi grubumuz demokratik siyaset üzerine yoğunlaşıyor ve hazırlık yapıyor. Bunun böyle olması lazım. Anayasal düzenlemeler yapılırsa neden Türkiye’ye dönmesinler? Bu süreç bir mücadeleden vazgeçiş dönemi değil ki. Mücadele yöntemini, örgütlenme biçimini değiştiriyoruz. Ama demokratik Türkiye, özgür Kürdistan, özgür yaşam, yeni yaşam, kadın özgürlüğü, ekolojik kırımı durdurmak, bu toprakların bu coğrafyanın daha yaşanılır bir hale gelmesi, demokratik sosyalizm, bunlar bizim ideallerimiz, bunlar bizim amacımız, hedefimiz. Biz bundan vazgeçmiş değiliz. Sadece bir örgütlenme modeli olarak partiye, iki bunun işte ulusal kurtuluş stratejisine dayalı silahlı mücadele yöntemine son verilmiştir.”
‘TÜRKİYE’YE GELSELERDİ TUTUKLANIRLARDI’
Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun 11 Temmuz’da Süleymaniye’de silah yakma töreninden sonra Türkiye’ye gitmiş olmaları durumunda tutuklanma ile karşı karşıya kalacaklarını vurgulayan Hêlîn Ümit, “Bizim temel gayemiz özgürlük. Bir de biz özgürlük aşığı insanlar niye gidelim kendimizi Türk devletinin zindanlarına koyalım? Bu eylemin amacı şuydu; Bizim aldığımız kararlara bağlılığımız, bu konudaki güven verme çabamız, irade ortaya koymamız. Bu grup dar ve geniş anlamıyla iki şekilde ele alınabilir. Dar anlamıyla bu grup sembolik bir eylem yaptı. ‘Demokratik Toplum ve Barış Süreci’nin gelişmesi için silahlarımı yakıyorum’ dedi. O anlamıyla herkese bir mesaj verdi. Fakat geniş anlamda geniş anlamda KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Bese Hozat bu grubun başındaydı. PKK Merkez Komite üyesi Behzat Çarçel bu grubun öncüsüydü. PAJK Meclis Üyesi Tekoşin Ozan bunun öncüsüydü. Heval Tekin PKK Yürütme Konseyi üyesi olarak içindeydi. Ve arkasında duran topluluk da öyle sıradan bir topluluk değildi. Araştırın. Bu arkadaşların sicilleri ortadadır. Bu arkadaşların hepsi deneyimli yoldaşlarımız. Niye böyle yaptık? Çünkü biz silah bırakma, silahsızlanma sürecine nokta koymak istiyoruz. Bu törenle bu tartışma bizim tarafımızdan bitmiştir. Muhtevası itibariyle söylüyorum. Taşıdığı anlam itibariyle söylüyorum” diye konuştu.
‘BİR DAHA KİMSE TÖREN BEKLEMEMELİ’
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın “Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun güvenliğini biz sağlıyoruz” yönündeki açıklamasına değinen Hêlîn Ümit, “Arkadaşlarımız zaten biz birlikte yaşıyoruz. Komünal tarzda yaşıyoruz. Komün örgütlenmelerimiz var, topluluk halinde yaşıyoruz. O anlamıyla nasıl geçmişte biz birbirimizi savunduysak, bundan sonra da birbirimizi her koşulda savunacağız. Bunu yapacağız. Şimdiye kadar başkası mı geldi bizi savundu? Her yerde kendi savunmamızı kendimiz alırız. Arkadaşlar şimdilik silah almayacak. Ama gelişmeler ne getirir bilemiyoruz. Biz de izliyoruz. Anlamaya çalışıyoruz” dedi. Barış ve Demokratik Toplum Grubu’nun Süleymaniye’de gerçekleştirdiği törene benzer törenlerin bundan sonra olmayacağını belirten Hêlîn Ümit, “Bir daha böyle törenler olacağını kimse beklememeli. Olmamalı da. Ne gerek var bu işi şova dökmeye. Verilmesi gereken mesaj verildi. Söylenmesi gereken söylendi. Kararlılık ortaya koyuldu. Heval Besê bıraktıktan sonra kim diyebilir ‘dağdakilerin elinde silah var.’ Bu işin birinci dereceden sorumlusundan bahsediyoruz. Yeni adımlar olur olmaz. Elbette ki bu süreç karşılıklı yani adım atarak gidecek. Bunun farkındayız. ‘Bitti her şey yaptık’ demiyorum. Gelinen noktada silah bırakma ya da silahla ilgili tartışmayı tamamlamak lazım. Artık meselenin bu olmadığı görüldü. Aslında buna bile gerek yoktu. Çünkü biz PKK kongresinde silahlı mücadele stratejisini sonlandırdık. Bundan ötesi var mı? Yapılması gereken zaten kongrede yapıldı. Yapılması gerekenler yapılmıştır. Söylenmesi gerekenler söylenmiştir. Bunu birinci dereceden aslında Cumhur İttifakı'nın liderleri de son dönemde teyit etti. ‘Yeni bir döneme girdik’ diyen Erdoğan. Yeni bir Türkiye'ye nasıl girildi? Kendi çabalarıyla girmediler. Biz bunun koşullarını hazırladık. Bu konuda kimse artık bizi samimiyet testine koymamalı. Şu anda samimiyet testinde olan ne yazık ki karşı taraftır” ifadelerini kullandı.
‘ATILAN ADIMLAR VAR’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı düzeyinde süreci sahiplenmesinin önemli olduğuna dikkati çeken Hêlîn Ümit, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çok abartmamak da lazım ama vurguları önemliydi. Bir tarihsel gerçekliğe vurgu yapması önemliydi. Oluşacaksa bir Kürt İttifakı, evet, o Arap şeyini de kattı ve bir Misak-ı Milli projesi çizdi. Yeni Osmanlıcılık temelinde de çizdi. Doğru değerlendirilirse bölge halkları açısından bu da bir ittifak zeminine dönüştürülebilir. Ona da hemen böyle karşıtlık yapmak yanlış olabilir. Evet, olumluydu ama somut adım ne Devlet Bahçeli'nin söyledikleri açısından tam hayata geçmiş durumdadır. Ne de Erdoğan'ın söyledikleri açısından hayata geçmiş durumdadır. Bu bir sorundur. Evet, bir şey var. Bir gündem oluştu. Bunu da olumsuzlamamak lazım. Öyle hemen böyle ha deyince de olacak bir şey de değil. Evet, kararlar alınmalı. Her şeyin bir zamanı var, süresi var. Karşı tarafta da yapılan adımları da görmek lazım. Atılan adımlar var. Evet bunu önünü açmak lazım. Kolay bir şey değil. Türk devlet zihniyetini düşündüğümüzde bu kolay bir şey değil. Mesele iktidar kanadının ne yaptığından çok yani toplum beklenti halinde kalmamalı.”
MECLİS’TE KURULACAK KOMİSYON
Meclis’te önümüzdeki süreçte kurulması beklenen komisyonun karşı karşıya kalınabilecek engellerin aşılmasından önemli bir role sahip olacağını belirten Hêlîn Ümit, komisyonun demokratik entegrasyon ve özgürlük yasalarına yoğunlaşması gerektiğini sözlerine ekledi. Sürecin şimdiye kadar Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın tek taraflı inisiyatifiyle yürüdüğünü dile getiren Hêlîn Ümit, “Onun iradesi ve çabası olmasaydı bu kadar hızlı da yol alınamazdı. Komisyonla ilgili söyleyebileceğim iki konu var. Biri süre. Çok zamana yayılıyor. Söylemler ‘evet hızlı olsun. Bir an önce silahlar bırakın dağılın gidin’ diyorlar. Ama bu bir oldu-bittiye gelemeyecek bir süreç. Mesele gerçekten artık silahları bırakıp bırakmama değil. Komisyon çok zamana yayılıyor. Evet iktidar kanadı ‘hızlı yürüsün’ diyor ama kendisi hızlı yürütmüyor. Daha hızlı yürüyebilirdi, daha hızlı yapılabilirdi. Devlet bürokrasisi hareketler gibi değildir. Daha ağır işliyor. Onun farkındayız. 11 Temmuz'daki silah bırakma eylemi ve Erdoğan'ın yaptığı açıklamalardan sonra bu karar ve irade pratiğe yansıyacak mı? Söyleme kısmen yansıdı. Bakalım pratiğe yansıyacak mı? Onu göreceğiz. İşlevli olmalı bu komisyon. Meclise yasa tasarıları hazırlayabilmeli ve onları güçlü bir şekilde tartışabilmeli. Demokratik entegrasyon yasaları ve bir de özgürlük yasaları hazırlayabilmeli. Bunlar olmalı. Bunlar olmazsa bizim attığımız adımlar havada kalır. Berhava olur yani” diye konuştu.
DEĞİŞİM VE DÖNÜŞÜM SÜRECİ
İçinden geçilen sürecin “Değişim ve Dönüşüm Süreci” olduğunu söyleyen Hêlîn Ümit, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu değişim ve dönüşüm sürecinde kim inisiyatif koyarsa o belirleyici hale gelir. Türkiye'de bir ideolojik bunalım var. Türkiye devleti bir kimlik sorunu yaşıyor. Türkiye devleti nasıl olacağını tartışıyor. Ümmetçi mi olacak, laik mi olacak? Tartışmaların altında Türkiye'nin ideolojik tartışması yatıyor. Böyle bir kriz var. Demokrasi kanadını biz temsil ediyoruz. Şimdi beklemenin zamanı değil. En küçük birimden en daha gelişkin topluluklara kadar yani mahallelerdeki meclislerden, köylerdeki yapılanmalara kadar, belediyelere kadar, sivil toplum kuruluşlarına, barolara, sayabileceğimiz tüm yapılar tartışma yürütmeliler. Böyle olursa demokratik toplum olunabilir. Demokratik toplum böyle açığa çıkar. Demokratik toplum aktif eylem içerisinde olan toplumdur. Eylem dediğin taş atmak değil, konuşmak da bir eylemdir. Şu anda biz bir eylem içerisindeyiz.”
Süreci Türkiye halklarına anlatma noktasında DEM Parti’ye büyük sorumluluklar düştüğünü söyleyen Hêlîn Ümit, “Evet belli bir çalışma yürütüyorlar. Fakat onların da hem temposu ağırdır hem de yüzeydedir. Çalışmaları yüzeyde görünüyor. Derinde değildir. Böyle toplumun kılcal damarlarına nüfuz eden temelde değildir. İkincisi, Kürdistan'la sınırlıdır. Türkiye, daha Türkiye'de demokratik toplum paradigmasını, demokratik toplum ve barış çağrısını, Türkiye toplumuna gidip İzmir'deki, Mersin'deki, Çukurova'daki Kürtlere anlatmalarından bahsetmiyorum. Evet, onlar yapılıyor. Ama Karadeniz'deki Lazlara, Ege'deki halklara, Çerkezlere, Rumlara, Türkmenlere, Türkmenler direniyor. Zeytinli için direniyor. Ne kadar demokratik toplum paradigmasını ya da işte bizim yapmak istediğimiz şeyi biliyor. Niye bu alanı milliyetçilere sağ cepheye bırakıyorlar? Oysa ki bütün bunların çaresi, çözümü Önder Apo'da. Niye taşımıyorlar? O anlamıyla böyle bir eleştirim benim var. Böyle bir gözlemimiz var” ifadelerini kullandı.
‘SÜREÇ KADINLARIN SÜRECİDİR’
Hêlîn Ümit, devamında Barış ve Demokratik Toplum sürecinde kadınların rolü, 12 Temmuz Rojava Devrimi ve Suriye’de son günlerde yaşananlara dair şunları söyledi: “Evet, bu süreçte kadınların rolü giderek daha fazla öne çıkıyor, çıkacak da. Çünkü Demokratik Toplum ve Barış Süreci kadınların damgasını vurduğu bir süreç olacak. Doğası gereği de böyle. Demokratik Toplum kadının özgürlük temelinde katıldığı toplumdur. Son 10 yıllık savaş Türkiye Cumhuriyeti'nin inşa ettiği kadınlık ve erkeklik formları kadını nefessiz bıraktı. Nefissiz bir kadın gerçekliği var bugün. Türkiye ve Kürdistan coğrafyasında her gün katlediliyorlar. Her gün şiddete maruz kalıyorlar. Siyaset alanında DEM Parti'yi çıkartın geriye erkek erkeklerin siyaseti kalıyor. Demokratik Toplum ve Barış Grubu Bese arkadaşım öncülüğünde yürütüldüğü, gelişti. Hareketimiz içerisinde de kadınlar bu sürecin girişmesi için çok büyük bir emek harcıyor. Demokratik siyaset alanı açılır ve oluşursa özgür kadın çizgisi temelinde biz demokratikleşme mücadelesini zirveye taşıracağız. Sanırsam karşıtlarımızda bu konuda biraz korku olabilir. Bu kadınlardan korkabilirler. Çünkü AKP-MHP erkek egemenlikli zihniyet etrafında şekillenmiş. Biz ise kadın özgürlüğüne dayalı yeni bir toplum müjdesi veriyoruz. Kadın özgürlüğüne dayalı özgür kadınla yaşayacak yeni bir yaşam alanı inşa edeceğimizin sözünü veriyoruz. Herkesi buna davet ediyorum.
ROJAVA BAŞKA BİR YAŞAM MÜMKÜN DİYENLERE SOLUK OLDU
19 Temmuz Devrimi'ni 13’üncü yılında kutluyorum. Şehitlerini saygıyla anıyorum. Bu devrime emeği geçen tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum. Bu 13 yıl hem Kürt toplumu açısından hem insanlık değerleri açısından çok önemli sonuçlar açığa çıkardı. Rojava Devrimi'ni sadece bir Kürt devrimi olarak görmemek, tanımlamamak, onun içerdiği muhtevayı doğru anlamak gerekli. Halen bu gereklilik var. Bunun yeterince işlendiğini düşünmüyorum. Rojava Devrimine dönük bir eleştiri olarak görülürse iyidir. Rojava devrimi ne yaptı? DAİŞ’i yendi, karanlığını yırttı. Kadın özgürlüğünün sembolü oldu. Demokratik komünal örgütlenme ve yaşamın bir model haline dönüşebileceğinin bir örneği oldu. Bir başka yaşam daha mümkün diyenlere bir soluk oldu. Doğru olana adım atılmıştır 19 Temmuz Devrimi'yle. Rojava Devrimi, bölge halklarının halkları Dürziler, Aleviler, Kürtler, Türkmenler ve Araplar açısından demokratik ulus felsefesi, paradigması, formu temelinde yaşanabileceğinin de göstergesi oldu. Şimdi kavga bunun üzerinedir. Suriye'de rejim nasıl şekillenecek? Suriye'de sistem nasıl şekillenecek? Türkiye ve diğer bölge ülkeleri şöyle bir kaygıyı yaşıyorlar. Alternatif bir toplum modelinin açığa çıkmasından korkuyorlar. Mevcut sistemlerini destekleyecek yapılar oluşturmak istiyorlar. Bu yüzden de Suriye'nin içerisine çok fazla müdahale var. Bunun çok iyi görülmesi lazım. Şara yönetimi halen sınavlarını geçmemiş. Bir de sicili de kötü. Böyle bir yönetimden Suriye sosyolojisine uygun bir toplum yapılanması açığa çıkartılsın. Biz bunun tehlikeli olduğunu görüyoruz.
SURİYE’DE ÇÖZÜM DEMOKRATİK ULUS
Çözüm Suriye'deki gerçekliğe, sosyolojiye uygun bir örgütlenmenin, yapılanmanın gelişmesi lazım. Yani mevcut dayatma nedir? Sunni Arap bir Suriye Arap devletini inşa etmektir. Fakat orada yaşayan halklar, inançlar, gruplar belki de Türkiye'den daha fazla, çoğulcu bir yapıya sahip. Dürzisi, Türkmen, Kürt'ü, Arap'ı, Ermenisi, Asurisi, Süryanisi, Alevisi var. İnanç grupları var. Şimdi böyle bir coğrafyaya sen tekçi ulus devlet elbisesini giydirmeye çalışırsan kara faşizm olur. Katliam olur. Oluyor da. Bu gerçekliğe uygun bir yapılanma olsun. Bunun da temeli demokratik ulustur. Demokratik uluslaşma bu coğrafyanın çözümü olabilir. Dürzi katliamını örgütleyen bazı güçleri yönlendiren kesimlerden birinin de Türkiye olduğu bilgisi geliyor. Çok tehlikeli. Dürzilerle ilgili bize gelen bilgiler içerisinde Türkiye'ye bağlı grupların dürüst katliamında rol aldığına dair. Niye böyle oluyor? Türkiye'ye karışmışsa çekilmeli oradan. Çoğulcu ulus devlet modelleri var. İskoçya'da, İsviçre'de var Amerika'nın kendisi eyaletler sistemiyle ünite. Ülkelerde bölünmüyor. Eğer bir halk, bir ulus, bir varlık sürekli dışarıdan müdahaleye uğradığını düşünürse o direnişe geçmekten başka bir şeye giremez. Yabancıya direnmekten başka yol bulamaz. Suriye’de çözüm Demokratik Ulus İttifakı'dır.
HTŞ’NİN SURİYE’DE MEŞRULUĞU YOK
‘HTŞ talepte bulunursa yardım ederiz’ diyorlar. Zaten yardım ediyorlar böyle bir açıklama buna meşruiyet kazandırmak için yapılıyor. Çünkü bir meşruluğu yok. Şu anda mevcut hükümet ve askeri güçleri çok meşru olmadığı için halen Suriye'deki yönetimin meşruiyet sorunları var. Türkiye kendi kanallarında da şunu çok açık açık zaten tartışıyor. Bence kendisi (Hakan Fidan) Suriye'yi karıştırmaktan yani geri dursa daha iyidir. Oradaki halklar oturarak kendi çözümlerini bulabilirler. Oraya böyle tekçi bir Sünni Arap modelini dayatmak katliamdır. Katliamı teşvik etmektir. Bununla biz ne yapmak istediklerini anlıyoruz. 50 yıldır bu coğrafyada biz de siyaset yapıyoruz. Bu başta Alevi katliamı, şimdi Dürzi katliamı, önce Alevilerin işte varsa bir örgütlü yapısını dağıtmak, şimdi Dürzilerin İlan ettikleri özerkliği dağıtarak orada Rojava Devrimini yalnızlaştırıp HTŞ'yi, Şara güçlerini oraya sürmek istiyorlar. Öyle teslim almak istiyorlar. Entegrasyon süreci deniliyordu Mazlum Abdi ve ekibinin gidiyorlar görüşme yapıyorlar. Bundan memnun değil Türkiye. Türkiye istiyor ki orada ne bir savunma gücü kalsın, ne bir öz yönetim gücü kalsın. Kürtler Kürtlüklerinden vazgeçsinler. Desinler ki biz Suriye Arap Milletinin üyesiyiz. Ama yani bu mümkün değildir. Mümkün olmadığı her gün yaşanan krizlerden bellidir. Her gün katliamın yaşadığı bir yerde Kürtler kendisini var eden dinamiklerini nasıl tasfiye edecek? Biraz daha Yani o güçlerin tanınması lazım. Şara'nın Kürtlerin kendisini var eden yapılarını tanıması lazım. Nedir bu? Bir savunma gücüdür. Buna YPG deyin, QSD’deyin artık adı değişebilir, başka bir şey olabilir. Ama bu bunu korumak zorundalar. Çünkü katliam tehdidi var. Bakın Dürzüler katledildi. Nasıl oradaki Kürtler bundan vazgeçsin? Nasıl silah bıraksın? Ya da neden bıraksın? Yani akıl karı değil. Çünkü bir güvencesi yok. Dürziler bile çağrı yaptılar. Dediler ki bize yardımcı olun.
Önderliğimizin bir tespiti var ‘Kürt sorununun çözümü evrensel çözümdür’ demişti. Kürt sorunu öyle bir muhtevada ki, yaşayacağı değişim sadece bölgeyi değil dünya sistemini etkileyecek, dünyayı etkileyecek. O yüzden de bu işle ilgilenenler, muhataplar şunu çok iyi biliyorlar. Herkesin müdahil olmak istediği bir konudur Kürt sorunu. ABD'si, İsrail'i, İngiltere'si, İran'ı, diğer güçleri, herkesin müdahil olmak istediği ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istediği bir konudan bahsediyoruz. Kürtler dört parça yayılmış, dört ülkede varlar. Varlıkları, durumları, politikaları, akılları belirleyicidir. O yüzden ABD de İsrail de bu güç üzerine yani etkili olmak istiyor. Bunu biliyoruz. Fakat doğrudan bir temas yoktur. Doğrudan bir nasıl söyleyeyim doğrudan bir ilişkimiz yoktur. Çeşitli şekilde etkileme ve yönlendirme çabası vardır. İstemiyorlar böyle bir sürecin gelişmesini. Çünkü Türkiye'yi kıskıvrak bağlayan sorun bu sorun.
‘Şunun maşası, bunun oyuncağı, şunun paravanı, bilmem şunun kullanım aleti’ gibi öyle yansıtmak istedikleri için bu argümanın devamı olarak da ya bunları yöneten ABD’dir, İsrail'dir diyorlar. Dönüp aynaya bakmaları lazımdır. Bütün icazetleri nereden alıp, nasıl konuştuklarını biz biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin nasıl inşa edildiğini de, nasıl yönetildiğini de biliyoruz. Bizi etkilemek isteyen güçler vardır. Biz bunun farkındayız. Biz Kürt halkının geleceği için, çıkarları için, özgür yaşamı için, onun demokratik toplum temelinde varoluşu için hem yoğunlaşıyoruz, hem tartışıyoruz, hem gerekli tedbirleri alıyoruz, gerekli eyleme de gerektiğinde giriyoruz.”