HABER MERKEZİ - Rusya’nın Kürt politikasını değerlendiren Belaruslu akademisyen Dr. Siarhei Bohdan, Kürtlerin Ortadoğu’daki projelerinin küçümsenmemesi gerektiğini belirtti. Kürt hareketinin önemine değinen Bohdan, Rus yönetiminin Ortadoğu’daki mevcut durumu analiz etme yetisinden uzak olduğunu söyledi.
Kürt-Rus ilişkileri oldukça eskiye dayanıyor. II. Yekaterina döneminde Rus Bilimler Akademisi’ne üye Peter Simon Pallas’ın dünya dillerini mukayese ettiği bir kitapta ilk defa Kürt diline ilgi başladı. Sonrasında Peter Lerch ile devam etti. Bu arada S.A. Yegiazarov, P.İ. Averyanov ve Kartsev gibi şahsiyetler de Kürtleri inceledi. 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte Kürtler, sosyalist inşa sürecine dahil oldular. Akıbeti hazin olmasına rağmen Kızıl Kürdistan gibi bir deneyim yaşadılar. Erebê Şemo, Qanadê Kurdo, Amarîkê Serdar, Amînê Avdal, Cerdoyê Genco gibi önemli Kürt aydınları yetişti. Kürt dili ve edebiyatı sahasında dikkate değer bir ilerleme (Riya Teze gazetesi, Erivan Radyosu vs.) kaydedildi. 1991’de SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte dünyada dengeler değişti. Ortadoğu’da yaşanan buhran, Kürtleri de etkiledi. Mevcut kargaşada yeni bir yaşam modeli inşa etmeye çalışan Kürt dinamiklerinin Rusya ile kurduğu münasebetler kuşkusuz önem arz ediyor. Bu manada Rusya’nın yürüttüğü Kürt politikasını, Kremlin’in amaçlarını ve Ortadoğu’daki gelişmeleri Berlin Özgür Üniversitesi Friedrich Meinecke Enstitüsü’nden öğretim üyesi Dr. Siarhei Bohdan’la konuştuk.
Kürt özgürlük hareketi veya mücadelesi Rusya için ne anlam ifade ediyor? Rusya bu hareketi nasıl okuyor?
Aslında günümüz Rusya'sından ziyade Rus İmparatorluğu, Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu ile kurduğu ilişkiler ve Sovyet ulusal politikasıyla yakından ilgili olan bir konudan bahsediyoruz. Bu mevzu üzerine günümüz Rusyası'ndaki araştırmaların büyük çoğunluğunda (çok fazla olduğu söylenemez) görülen niteliksizlik, kaynakların azlığı, Rusya dışındaki araştırmalarla aradaki kopukluk, kifayetsizlik, zaman zaman Rusya’daki araştırmaları yurtdışındaki araştırmacıların çalışmalarıyla bağdaştırma konusunda yaşanan isteksizlik ve kendine özgün konseptlerin azlığı gibi unsurlar çok şey ifade ediyor. Bütün bu eksiklikler, Kürt hareketi mevzusunun nasıl bir kenara itildiğine işaret etmektedir. Rus uzmanların bölgeye ilişkin sahip olduğu bilgi eksikliği ve ilgili Rus kurumlarında ortak geçmişe ilişkin konuların yeterince anlaşılmaması Kürtlerle olan dostluğu güçlendirmeyi ve derinleştirmeyi engellemektedir. Dostluğu ilerletmek için geçmişle bir bağ kurmak da gerek. Lakin Putin Rusya’sının Kürtlerle ilgili konulardan oldukça uzak olduğu aşikârdır. Yukarıda bahsettiğim gibi bu konu Rusya’nın güncel politikasından çok Rus-Kürt ilişkilerinin tarihiyle ilgidir.
Rusya, Kürtleri gerçekten “müttefik” olarak görüyor mu? Yoksa önceliği daha çok Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi devletler mi olmuştur?
Rusya’nın 1998 yılına kadar PKK ile ortak hareket ettiği malumdur. Bu daha çok Sovyet dönemindeki müttefiklikten miras kalan bir politikaydı ve aslında Moskova’ya oyunu daha etkili oynama olanağı tanımıştı.
Son yıllarda olmasa da geçmişte Kürtleri müttefik olarak gördüğü kısa ama kayda değer dönemler olmuştur. Rusya’nın 1998 yılına kadar PKK ile ortak hareket ettiği malumdur. Bu daha çok Sovyet dönemindeki müttefiklikten miras kalan bir politikaydı ve aslında Moskova’ya oyunu daha etkili oynama olanağı tanımıştı. Sonra Putin iktidara geldi. Rusya, Putin’le birlikte “ayağa kalktı” ve Orta Doğu’daki tüm ihtirasları buharlaştı. Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmekle kalmadı, İran’a silah satışını da durdurdu. Irak ve Libya gibi eski Sovyet müttefikleriyle olan ilişkiler en aza indirildi. Dolayısıyla Kürt meselesi, bu olaylar dizisinden sadece bir tanesidir.
2016 yılından itibaren Irak Kürdistanı, Rus dış politikasının ufkunda görünmeye başladı. Gerçeğe bakılırsa Putin’e yakın iş insanlarından birine ait olan “Rosneft” adlı firmanın projesiydi. Rus siyasî atmosferinde önemli bir andı. Aslında bu tam olarak bir siyaset değil, ticarettir. Irak’ın kuzeyinde kurulan Batı yanlısı bir Kürt yönetimi örtüsü altında yürüyen bir ticaret.
Bunu müteakiben Putin’in bir başka dostu Yevgeniy Prigojin’in faaliyetlerini Suriye’ye kaydıracağı ve Rusya’nın buradaki Kürt dinamikleriyle bir işbirliği tesis edeceği konuşuluyordu. Ancak Kürtlerin kontrol ettiği Haşam, At-Tabiya gibi doğalgaz yataklarının ve Derizor’da bulunan doğalgaz işleme tesisinin Şubat 2018’de Rus birliklerince ele geçirilmek istenmesi ciddi çatışmalara sebep olmuştu. Bu çatışmalarda yüze yakın Wagner Grubu (Rusya merkezli özel silah şirketi-İ.K.) çalışanı Amerikan güçleri tarafından öldürülmüştü. Bu durum aslında Putin yönetiminin haddi konusunda çok şey anlatıyordu. Dünya hiyerarşisi ve bölgedeki düzende kimin nasıl bir yere sahip olduğuna işaret eden katliam, yanıtsız bırakıldı. Yevgeniy Prigojin ise başka bölgelerde ve ülkelerde iş yapmaya başladı.
Rus yönetimi Suriye’nin kuzeyi ve doğusunda varlığını sürdüren özerklik hakkında ne düşünüyor? Özerk yönetimin uluslararası arenada hukuki bir statü kazanması durumunda destek verir mi?
Kremlin’in mevcut politikasında olmayan iki şart lazım. İlk olarak sadece Orta Doğu ile ilgili değil, Suriye Kürtleriyle de bazı şeyler inşa etme fikri olabilir ya da bazı şeylerin tesis edilmesi için Kürtlere yardım edilebilir, öneride bulunabilir. Böyle bir vizyon yok.
Moskova’nın nasıl bir tutum takınacağını kestirmek zor. Bunun için şu an Kremlin’in mevcut politikasında olmayan iki şart lazım. İlk olarak sadece Orta Doğu ile ilgili değil, Suriye Kürtleriyle de bazı şeyler inşa etme fikri olabilir ya da bazı şeylerin tesis edilmesi için Kürtlere yardım edilebilir, öneride bulunabilir. Böyle bir vizyon yok. Ne Orta Doğu’da ne de Moskova’ya yakın bölgelerde var. Mesela Ukrayna’daki politikada bu vizyonun olmadığını görüyoruz. Şimdilik Batı’nın projelerinin bir parçası olmaya çalışan bir Rusya var. İkinci olarak niteliğin nicelikten daha önemli olduğunu kavramak gerek. Dış politikayı aritmetikten cebire çevirme noktasında Moskova yönetiminde bir kabiliyetsizlik var. Mevcut güçleri birbirinden ayıklamak ve her şeyi tüm yönleriyle değerlendirmek lazım. Evet, ilk bakışta merkezi hükümetler azınlıklardan güçlü gözükebilir. Lakin kendini mücadeleye adamış Kürt savaşçıların varlığı, Kürt hareketinin sınır ötesi karakteri, stratejik açıdan önemli bölgelerdeki hareketlilik Kürtlerin siyasi projelerini küçümsememek gerektiğini gösteriyor. Bu durum, Sovyet yönetimi tarafından 1960’lı yıllara kadar iyi anlaşılmıştı. Ancak şimdiki Rus yönetimi, görünüşe bakılırsa, zekice bir analiz yapma yetisinden uzak.
Amerikalılarda ve müttefiklerinde ise bu bilinç var. Bölgeyi hayal ettikleri bir şekle sokmak için riskli oyunu oynamaya her zaman hazırlar. Tabii bu neoemperyalizmdir. Özellikle 1991’den sonra uluslararası politika bu şekilde işliyor ve dünya halkları buna son vermedikçe bu şekilde devam edecektir. Kürtlere ve diğer halklara sadece bu sistemde yer kapmak kalıyor.
Rusya, Esad rejimini resmi statü konusunda ikna edebilir mi peki? Eğer ikna ederse, bu statü sadece kültürel özerklikten mi ibaret olacak?
Esad rejimi, bana Osmanlı sarayının yaşadığı son yılları hatırlatıyor. Yani Mustafa Kemal’in idaresi altında gelişen ulusal ayaklanma sürecini. O zamanlar Osmanlı padişahı, sadece dış devletlerin varlığını koruyan bir levhaya dönmüştü. Sultan hükümeti önüne çıkan her antlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştı. Sarayda kimi özel şahıslara bazı fantastik belgeler pazarlanabiliyordu. Mesela gerçekte var olmayan bir devleti (bu konuda bildiğim örnekler var) tanımak gibi.
Suriye Kürtleri ya Moskova’yı çok ilgilendirmeyen sol hareketle ya da ABD ve Batı ile ilişkilendiriliyorlar. Bu noktada Moskova’nın Irak Kürdistanı ile kurduğu münasebetleri göz ardı etmemek gerek.
Esad tek başına hiçbir anlam ifade etmiyor. Suriye’nin idaresi konusunda İran ve Rusya’nın pozisyonları önem arz ediyor. Tabii Türkiye’nin tutumu da önemlidir. Şu an için Suriye’nin nasıl yönetileceği belli değil. Burada şunu bilmek gerekir ki Suriye Kürtleri ya Moskova’yı çok ilgilendirmeyen sol hareketle (Putin Rusya’sı, yarı faşist oluşumlardan çok uzak durmamakla birlikte yurt dışında sadece karikatürize edilmiş, marjinal komünistlerle veya sosyalistlerle de çalışmaya her zaman hazırdır) ya da ABD ve Batı ile ilişkilendiriliyorlar. Bu noktada Moskova’nın Irak Kürdistanı ile kurduğu münasebetleri göz ardı etmemek gerek. Kürt yönetimi, her ne kadar Batı yanlısı ve sol karakterli bir yönetim olsa da Moskova ile yapıcı münasebeti var. Ancak sol tandanslı Kürtler, şimdiki Rusya'nın SSCB ile çok az ortak özellikler barındırdığını düşünüyor. Suriye’de gelecekte nasıl bir devletin kurulacağı hakkındaki muğlaklık, Kürt sorununu yüksek ihtimalle Suriye bütününde çözmeyi gerektirmektedir.
İki şeyi unutmamak gerek. İlk olarak, İran’ın Suriye’deki rolü ve nüfuzu Rusya’dan daha büyük. Sovyetler Birliği dahi Esad rejimine çok şey yapamadı. Hafız Esad yönetimi, karşılığında hiçbir ödeme yapmadan milyarlarca dolarlık silah ve yardım almıştı (Lazkiye’deki üs her zaman Sovyet ve Rus donanması için Mısır ve Güney Yemen’de kaybedilen askeri üslere oranla daha az önemde olmuştur). Aynı Hafız Esad, sonrasında Lübnan’a girmiş ve Sovyet dostlarını (mesela Filistinli solcular) SSCB'den aldığı tanklarla yok etmeye çalışmıştır. SSCB’nin yıkılmasında sonra Suriye’deki Rus nüfuzu daha da azalmıştır. İran ise Lübnan'da Suriye yanlısı Emel hareketine karşılık Hizbullah’ı yarattı. Esad’a bu hareketi hiç dağıtma olanağı vermedi. Lakin SSCB, Esad rejimine Lübnanlı ve Filistinli solcuları ortadan kaldırma fırsatı vermişti.
İkinci olarak İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, İran’ın Suriye’deki varlığı çerçevesinde Rusya ile kurulan işbirliğini şu şekilde tasvir etmektedir: “hiçbir zorunluluğun olmadığı bir ilişki.” Bu açıdan Suriye’de gelecekteki siyasî sisteme ilişkin bir sonuca gitmek şu an için zor gözüküyor. Moskova’nın bu bağlamda bir şey garanti etmesi ise ihtimal dışıdır. İran’ın varlığı kilit faktördür.
Kürtler, Rusya’nın desteğini almak için ne yapmalıdır? Nasıl bir yol izlemelidir?
Rus devlet organları ve siyasî çevreleriyle çalışmak Batı’da bile konuşuluyor. Yayın organları ve bazı düşünce kuruluşları bu konuyu ve dış politikadaki muhtemel varyasyonları tartışıyorlar. Her halükarda Rusya ile çalışmak lobicilikten geçiyor. Son yıllarda Rusya’da dış politikayı formüle etme ve gerekli analizler yapma yetisi gözler görülür derecede düşmüştür. Rus toplumuna, politikacılarına ne tür varyasyonların olabileceği ve işbirliğinin nasıl bir anlam ifade ettiğini anlatmak Kürtler açısından önemli olabilir. Irak Kürdistanı’ndaki siyasî dinamikler ve çevreler bunu çok iyi biliyorlar, bu yönde çalışıyorlar. Tabii bu çalışmanın uzun vadede sonuç vereceğini unutmamak gerek. Irak’taki Kürt oluşumunun yaşı ve çapı hesaba katıldığında Kürdistan yönetiminin ilgili çalışmayı organize etmesi çok da kolay değil.
Rusya’nın potansiyel gücü hâlâ devam ediyor, tarih yazan çok uluslu karakteri ortadan kaybolmuş değil ve belirli ortak çıkarlar hâlâ güncelliğini koruyor. Ancak Rus devlet aygıtı, kurumları ve görev yapan diplomatik personeli oldukça yozlaştı.
Kürt siyasi çevrelerinin şunu bilmesi gerekir ki Rusya’nın potansiyel gücü hala devam ediyor, tarih yazan çok uluslu karakteri ortadan kaybolmuş değil ve belirli ortak çıkarlar hala güncelliğini koruyor. Ancak Rus devlet aygıtı, kurumları ve görev yapan diplomatik personeli oldukça yozlaştı. İran’daki Rus büyükelçisi ile ilgili son skandalı duymuşsunuzdur. Büyükelçi, İngiliz mevkidaşıyla birlikte İran’ın işgalinin konuşulduğu 1943 tarihli Tahran Konferansı’nın yapıldığı yerde bir fotoğraf çektirmiş ve problem yaratmıştı. Fotoğraf aynı zamanda İngilizlerin ve Rusların İran’da nüfuz ve varlık alanlarını kendi aralarında belirlediği 1907 tarihli yağmacı antlaşmaya da vurguda bulunuyordu. Tabii bu ilk skandal değil. Örneğin 2010 yılında Kremlin, İran’ın en kara gününde yani Saddam’ın 1980 yılında düzenlediği hain saldırının yıl dönümünde İran’la olan silahlanma antlaşmasını bozmayı “başarmıştı.”
Şimdiki Rus diplomasisinin geldiği nokta, İran’ın tarihi ve politikası hakkındaki anlayışı bu kadar. Bu diplomasiden Kürtler konusunda nasıl bir anlayış ve bilgi beklenebilir ki?
Bu açıdan Kürtlerin kendi inisiyatifiyle hareket etmesi ve meramlarını anlatması gerekir. Rus uzman çevresi, düşünce kuruluşları, akademik camia, siyasi çevre ve medyada ortak çalışmaya yatkın, dinlemesini bilen, anlayış sahibi kişilerle görüşmesi gerek. Evet, bu süreç uzun soluklu ve zordur. Halihazırda önümüzde Yahudi ve Ermeni örnekleri var. Her şey pey der pey başarıyla sonuçlanacaktır. O çok bilinen “Kürtlerin dağlardan başka dostu yoktur” aforizması değişmelidir. Kürtlerin Kürtlerden başka dostları da olmalıdır.
Peki, Rusya’sız bir Orta Doğu tahayyül edilebilir mi? Tek başına batının desteği Kürtler için yeterli midir?
Şu an için Rusya’sız bir Orta Doğu mümkün gibi. Ancak Rusya, bölgede daha cesurca planların hayata geçirilmesi ve yeni ortaklıkların geliştirilmesi için bir potansiyele sahiptir. Kendi coğrafik konumu, yeraltı kaynakları, kültürel yapısı (bir ‘yumuşak güç’ olarak) ve tarihsel mirası sayesinde oyunun kurallarını değiştirip Orta Doğu’da ve dünyadaki ağırlığını arttırabilir. Bunun için Rusya’ya müttefik ve dost lazım. Bu söylediğim şey, ancak Kremlin’de yeni bir yönetimle gerçekleşebilir. Günümüz Putin sisteminde küçük güçler söz konusu olduğunda müttefik ve ortak gibi sözcükler çok anlam ifade etmiyor. Rus lider, en son III. Aleksandr’ın “Rusya’nın sadece iki müttefiği var: ordu ve donanma” adlı sözünü kullanarak Belarus ve Kazakistan gibi sıkı müttefiklerini dahi şoke etti. Putin’in bu söylemi Kremlin’in ortaklarını adeta şoka uğrattı. Cümlenin aslı, kulağa daha da kötü geliyor: “Tüm dünyada bizim sadece iki sadık dostumuz var, ordumuz ve donanmamız. Geriye kalanlar ilk fırsatta bize karşı silaha sarılıyorlar.” Ne demeli ki? Dünyanın en büyük gücü ABD, nedense sürekli müttefik ve ortak arıyor.
MA / İsmet Konak