RIHA - Siyaset Bilimci Prof. Dr. Levent Köker, Kürt sorununu çözümsüzlüğe hapseden eski paradigmanın değişmesinin “yeni ve demokratik bir anayasa düzeninin inşa edilmesiyle” mümkün olabileceğini vurguladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan'ın PKK Lideri Abdullah Öcalan'la yaptıkları görüşmenin ardından Öcalan'ın 7 maddelik mesajı kamuoyuna yansıdı. Kürt sorunu bağlamında yapılan görüşme ve son dönemdeki tartışmaları değerlendiren Siyaset Bilimci Prof. Dr. Levent Köker, bu sürecin dinamiklerinin 2013-2015 yılları arasında yürütülen süreçten farklı olduğunu söyledi.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin açıklamalarının sadece Türk milliyetçisi camiada değil, genel için de sürpriz bir çıkış olduğunu ifade eden Köker, Bahçeli'nin bu süreçteki rolünün altını çizdi. Bahçeli'nin başlattığı ve sürdürdüğü tartışmalarla sürecin gelişim seyrine dikkat çeken Köker, "DEM Parti temsilcileri ile Öcalan İmralı’da bir araya geldiler. Görüşme sonrası bir açıklama yapılarak, Öcalan'ın mesajı kamuoyuna duyuruldu ve öyle anlaşılıyor ki önümüzde yeni görüşmelerin gerçekleşeceği bir süreç başlamış bulunuyor" dedi.
'ÇÖZÜMDE İTİCİ GÜÇ SURİYE'
Son durumun Suriye'deki gelişmelerin bir sonucu olarak ortaya çıktığına işaret eden Köker, iktidarın yaptığı açıklamalarda PKK ile YPG'nin tasfiyesini amaçladığının görüldüğünü belirtti. Gelişmeleri, Kürtlerin Rojava'da bir statü elde etme ihtimaline karşı iktidarın bir girişimi olarak değerlendiren Köker, "Esad rejiminin yıkılması ve Suriye'de siyasi-anayasal sistemin yeniden inşa edilmesi bağlamında Rojava'nın bir statü elde etme ihtimâline karşı, bunu istemeyen Türkiye'deki siyasi iktidarın bir girişimiyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Ancak, Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan ve Cumhur İttifakı açısından PKK'nin ve PYD/YPG'nin tasfiyesini amaçlayan sürecin bu denli basit olmayacağı da görülüyor. Bunun en önemli işareti, DEM Parti temsilcilerinin Öcalan'la yaptıkları görüşmeden sonra yaptıkları açıklama. Öcalan, bu açıklamada aktarılan görüşlerinde, kritik önemi olan sözcükleri ve terimleri kanımca bilinçli bir biçimde seçerek kullanmaktadır. Bunlar arasında, 'Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek' gerektiği, bunun için 'pozitif katkı' yapılabilecek 'en önemli zeminlerden birinin TBMM' olduğu ifadelerinin yanı sıra, 'Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan'ın güç verdiği yeni paradigma' ve 'demokratik dönüşüm için çok kıymetli bir kılavuz' terimleri özellikle dikkat çekmektedir" ifadelerini kullandı.
'KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜNDE YENİLENMEYE İŞARETİDİR'
İktidar her ne kadar aksini iddia ederse de yaşananları, "çatışmanın çözümünden ibaret olmayan bir süreç" olarak yorumlayan Köker, bu sürecin iktidarın birincil isteğinin ve hedefi olan PKK'nin tasfiyesi amacıyla sınırlı olmadığının anlaşıldığını ifade etti. Abdullah Öcalan'ın mesajında "yeni paradigma" kavramı kullandığına işaret eden Köker, "Sadece Öcalan değil, Türkiye'deki siyasi iktidar da yeni paradigmadan söz etmektedir. Bu terimin ne anlama geldiği üzerinde önümüzdeki günlerde hayli konuşulacağı anlaşılıyorsa da Öcalan'ın bu terimi mesajında vurgulaması, yine Öcalan'ın üzerinde durduğu demokratik dönüşüm ile birlikte anlamlandırıldığında, Türkiye'de Kürt sorununun çözümünü içeren bir yenilenmeyi işaret ettiği kanımca açıktı" diye konuştu.
'DOLMABAHÇE MUTABAKATI YENİDEN CANLANACAK'
Yapılan açıklamaları "yeni bir sürecin başlaması" olarak yorumlayan Köker, Öcalan'ın mesajındaki vurgulara bakıldığında 28 Şubat 2015'te açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı'ndaki vurgu ve talepleri büyük ölçüde muhafaza ettiğinin görüldüğünü belirtti. Köker, "Kürt sorununu üreten ve çözümsüzlüğe hapseden eski paradigmanın yerine yenisinin geçmesi, demokratik olmayan anayasa düzeninin yerine de yeni ve demokratik bir anayasa düzeninin inşa edilmesi ile mümkündür. Öcalan da aslında bunu işaret etmekte ve kanımca Dolmabahçe Mutabakatı'nı bir anlamda yeniden canlandırmaktadır" diye belirtti.
'NİHAİ ADRES TBMM'DİR'
"Kürt sorunu" teriminin birbirinden ayrılması son derece zorlaşmış en az iki önemli boyutunun bulunduğunu vurgulayan Köker, "Bunlardan ilki, Türkiye'de Kürt halkının mevcudiyetinin tanınması sorunudur. Cumhuriyet'in yüzyıllık tarihinde kalıcılaşmış olan bu sorun, bugün Kürt sorunu terimiyle ifade ettiğimiz, ana bileşenleri Kürtçenin tanınması ve demokratik yerinden ve yerelden yönetimin gerçekleştirilmesi olarak ifade edebileceğimiz konulardan oluşmaktadır. Buna karşılık, Kürt sorununun ikinci boyutu PKK ile ilgilidir, daha doğrusu PKK ile devlet arasında, kamu sahasına şiddet ve çatışma şeklinde yansıyan 40 yıllık mücadelenin nasıl sonuçlandırılacağı sorunudur. Bu ayrım temelinde baktığımızda, yüzyıllık bir sorun olarak önümüzde duran Kürt halkının mevcudiyetinin tanınması sorununun çözülmesi için, yeni bir paradigma ve bu paradigmaya uygun yeni bir anayasa. Ve tabiî bunların bütününü ifade eden bir demokratik dönüşüm zorunludur. Bu dönüşümün siyasi olarak üretileceği ve başta anayasa olmak üzere kanunlar aracılığıyla yeni bir hukuk düzenine dönüştürüleceği yer tüm kamusal alan olmakla birlikte, odak noktası TBMM'dir. Her halükârda Kürt sorununun bütünlüklü çözümünde nihai adres TBMM olarak belirmektedir. Öcalan da kanımca bunu vurgulamaktadır" şeklinde konuştu.
'DOLMABAHÇE MUTABAKATIYLA FARKI YOK'
Abdullah Öcalan'ın çağrısının Türk-Kürt birlikteliğinin eşit yurttaşlık temelinde inşa edilmesi için zorunlu olan yenilenme bağlamında ele alınmasına yönelik bir çağrı olduğunu ifade eden Köker, şöyle devam etti: "Dolmabahçe Mutabakatı ile Öcalan'ın bugünkü 7 maddelik mesajı arasında nitelik olarak, içerik olarak büyük bir fark yok. İlginç bulduğum ve aynı zamanda üzücü olarak gördüğüm bir nokta, 10 sene önceki sürece yönelik bazı tepkiler ile bugünkü tepkilerin benzeşmeyi bırakın, tıpatıp aynı olması. Şunu kastediyorum: 2015 Şubat'ında, Türkiye kamuoyunun Kürt sorununun demokratik ve barışçı çözümüne yanaşmayan, yanaşmak istemeyen kesimleri, 'Çözüm Süreci'ni Erdoğan iktidarının devamı için AKP ile Kürt özgürlük hareketi arasında bir ittifak süreci gibi sunmak istiyorlardı. Öyle olmadığını biliyorduk. Yaşananlar da bu zihniyeti değiştirmemiş olmalı. Bugün de Bahçeli'nin çağrısı başlayıp Öcalan'ın mesajı ile devam eden süreci, yine Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmek ve iktidarını Cumhur İttifakı olarak sürdürmek için bir hamle gibi sunmak, bunun için de Kürt özgürlük hareketi ile anlaşma arayışı olarak lanse etmek isteyen yorumlar, kamuoyunda sıkça karşımıza çıkıyor. Türkiye'nin demokratik ve paradigmatik dönüşümüne pozitif katkıda bulunacak bir tarzda ele alması çağrısının kuşkusuz en önemli adresi, 2024 Mart yerel seçimlerinde birinci parti konumuna gelen CHP'dir."
'TÜRK MİLİYETÇİLİĞİ GERİDE BIRAKILMALI'
Köker, bir iç barıştan söz edebilmek için tüm vatandaşların hukuk önünde eşit, kendilerini bağlayan yasaları özgür iradeleriyle doğrudan veya temsilcileri aracılığıyla yönetebildikleri bir hukuk düzeninin inşa edilmesinin şart olduğunu ifade etti. Cumhuriyet ilanına giden sürecin 1921 Anayasa'sıyla ortaya konduğunu ifade eden Köker, şunları kaydetti: "Bu Anayasa'ya göre Türkiye'de devlet idaresi halkın kendi mukadderatını bizzat ve bilfiil idaresi esasına dayanır ve yerel yönetimlerin özerkliği ile gerçekleştirilir. Bu yaklaşım sonradan, 1924'ten başlayarak terk edilmiş, aşırı merkeziyetçi ve Türk milliyetçiliğini esas alan bir anayasal düzen kurulmuştur. Bu düzenin esasları 1961 ve 1982 anayasaları döneminde de değişmemiştir. Burada uzun uzadıya ayrıntıya giremem, ama Türkiye Cumhuriyeti'nin temel paradigması Türk milliyetçiliği ve aşırı merkeziyetçilik diyebileceğim bu paradigmadır. Bu paradigmanın Kürt sorununu çözmesi de iç barışı sağlaması da mümkün değildir. Bu imkansızlık, geride bıraktığımız yüzyıllık tarih tarafından da kanıtlanmıştır. Şimdi, yeni bir paradigma ve bu paradigma temelinde gerçekleştirilecek olan bir demokratik dönüşüm zamanıdır. Umarım süreç, çatışma çözümü gibi dar bir perspektifle iktidar tarafından başlatılmış olsa bile böyle bir dönüşümü başarma yönünde gelişme imkanı bulur."
MA / Delal Akyüz