HDP Hukuk Komisyonu: İnsan Hakları Haftası savaşla karşılanıyor

img
ANKARA - İnsan Hakları Haftası’nın iktidarın savaş politikalarıyla karşılandığını belirten HDP Hukuk Komisyonu Eş Sözcüsü Serhat Eren, temel insan haklarının tamamen yok edildiğini söyledi. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonu Eş Sözcü Serhat Eren, 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası dolayısıyla partinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi. İnsan Hakları Haftası’nın Türkiye’de temel insan haklarının ağır ihlallerle karşılandığını belirterek, “Bu yıl da 10 Aralık İnsan Hakları Haftasını, siyasi iktidarın savaş politikalarıyla, başta yaşam hakkı olmak üzere temel insan haklarını tamamen yok edildiği bir dönemde karşılıyoruz” dedi. 
 
SAVAŞ KONSEPTİ
 
AKP-MHP iktidarının insan haklarını askıya aldığını dile getiren Eren, “Muhtıralar, askeri darbeler, darbeye teşebbüsler ve olağanüstü hal rejimleri ile onlarca yıl boyunca yönetilen Türkiye’de, başta yaşam hakkı olmak üzere işkence ve kötü muamele yasağının derinleştiği Türkiye’de temel insan hakları AKP-MHP iktidarı tarafından özellikle 2015 yılından itibaren neredeyse tümüyle askıya alınmıştır. Irkçı, militarist eylemlerle ülke içinde ve dışında Kürt halkına karşı yeniden uygulamaya sokulan savaş konsepti ile 2015-2022 yılları arasında binlerce kişi hayatını kaybetti, binlercesi yaralandı, yüzbinlerce insan yerinden edildi” diye konuştu. 
 
‘SAVAŞ SUÇLARI İŞLENİYOR’
 
İktidarın Kürtlere ve kazanımlarına yönelik saldırıların arttığını ifade eden Eren, “Faili herkesçe bilinen Taksim’deki bombalı saldırıyı gerekçe gösteren AKP iktidarı Kuzey Doğu Suriye’de bulunan Kürt halkının yaşam alanlarına savaş uçaklarıyla yeniden saldırılar düzenliyor, bu saldırılarda çocuklar başta olmak üzere çok sayıda insan yaşamını yitiriyor. Bu savaş ve saldırılarda sadece insan hakları ihlal edilmiyor aynı zamanda uluslararası Sözleşmelere göre savaş suçları işleniyor” diye belirtti. 
 
İMRALI TECRİT SİSTEMİ 
 
İmralı tecrit sisteminin ağırlaştırılarak devam ettiğini söyleyen Eren, şöyle devam etti: “15 Şubat 1999 tarihinden beri İmralı Ada hapishanesinde tutulan Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, tarihin en ağır ve kabul edilemez boyutlarına ulaşmıştır. 25 Mart 2021 tarihinde birkaç dakika sonra kesilen telefon görüşmesinden bugüne kadar geçen 21 ayda Sayın Öcalan, İmralı’da tutulan Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş’tan hiçbir şekilde haber alınamıyor. 2011 yılından 2019 yılına kadar, yani diyalog süreci de dahi hiçbir şekilde avukat görüşü gerçekleşmemiş; 2019 yılında ise sadece 5 defa avukat görüşü yapılabilmiştir. 2015 yılında İmralı ada hapishanesine götürülen Hamili Yıldırım, Ömer Hayri Konar ve Veysi Aktaş ile bugüne kadar avukat görüşü yapılmamıştır. 
 
181 BAŞVURU YANITSIZ BIRAKILDI 
 
Sayın Öcalan ile 2019 yılından beri her hafta avukat, her ay aile ve vasi görüşme talepleri hapishane idaresi ve Bursa Savcılığı sunulsa da cevapsız bırakılmış, disiplin cezaları gerekçe gösterilerek avukat görüş yasağı getirildiği belirtilmiştir. 25 Mart 2021 tarihinden bugüne kadar Bursa savcılığına ve hapishane idaresine yapılan 95 defa avukat, 43 defa aile, 43 defa vasi görüşme başvurusu yapılmış ama bu talepler yanıtsız bırakılmıştır.  Partimiz eş genel başkanlarının ve milletvekillerimizin sayın Öcalan’la görüşme taleplerine Adalet Bakanlığı tarafından herhangi bir yanıt verilmemiştir. 
 
CPT GÖRÜŞMESİ KAYGILARI ARTTIRDI 
 
CPT’nin İmralı Ada hapishanesini 20-29 Eylül 2022 tarihinde ziyaret ettiği, CPT tarafından yapılan açıklama ile kamuoyuyla paylaşılmıştır. CPT, geri gönderme merkezlerini konu alan Türkiye ziyaretinde rutin takviminde olmamasına rağmen İmralı’yı da dahil etmiştir. 
Avukatların CPT ile 13 Ekim 2022 tarihinde yüz yüze yaptığı görüşmede, CPT yetkilileri adada tutulanların koşullarına dair en ufak bir bilgi vermediği gibi avukatların sorularını da yanıtsız bırakmıştır. Bu durum endişelerin daha da artmasına sebep olmuştur. İmralı’daki tecrit sitemini işkence ve kötü muamele olarak değerlendiren CPT ve Avrupa Konseyi’nin bu işkencenin sona erdirilmesi için üzerine düşen sorumluluğu en kısa süre içerisinde yerine getirmesi gerekmektedir. Mutlak tecrit ve mutlak iletişimsizlik hali, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelere ve iç hukuk mevzuatına aykırı olduğu gibi yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere temel insan haklarının açık ihlalidir.
 
TOPLUMSAL SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ 
 
Biliyoruz ki İmralı’da tecrit altında olan sadece Sayın Öcalan değil, Öcalan şahsında Türkiye’nin barış umududur, Kürt sorununda çözüm iradesidir, savaşın sona ermesine yönelik gösterilen kararlılıktır. Tecrit edilen ülkedeki temel haklar, özgürlükler, demokrasidir. O yüzden diyoruz ki başta Kürt sorunu olmak üzere temel toplumsal sorunların çözümünde diyalog ve müzakerenin muhatabı ve umudu olan Sayın Öcalan üzerindeki tecridin bir an önce kaldırılması gerekmektedir. 
 
TECRİT KALICI HALE GETİRİLDİ 
 
İmralı’da başlayan ve ağırlaşan tecrit, iktidar tarafından ülkedeki bütün hapishanelere yayılmış ve kalıcı hale dönüştürülmüştür. 2020 yılında İnfaz Kanunu’nda yapılan değişiklikle, çete liderleri, uyuşturucu tacirleri, kadın katilleri bulundukları cezaevlerinden salıverilirken; 2022 yılında da siyasi nedenlerle hala hapishanelerde bulunan binlerce hasta ve ağır hasta mahpus tedavileri yapılmayarak, Adli Tıp Kurumu’nun “cezaevinde kalabilir” raporlarıyla ölüme mahkum edilmektedir.
 
HER ÖLÜMDEN İKTİDAR SORUMLUDUR
 
Cezaevlerinde son bir yıl içerisinde özellikle sağlığa erişim hakkının engellenmesi sonucu 74 tutsak yaşamını yitirmiştir. Daha dün Şırnak T Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutulan kanser hastası 26 yaşındaki Emre Abalak yaşamını yitirdi. Abalak’ın düşerek hayatını kaybettiği ileri sürülse de bugüne kadar cezaevinde yaşanan hiçbir ölümün doğal ölüm olmadığını biliyoruz. Tutsakların yaşam hakkından devlet ve iktidar sorumludur. Hapishanelerde son dönemlerde yaşamını yitiren mahpusların önemli bir çoğunluğunu hasta mahpuslar oluşturmaktadır. Hasta mahpusların tedavi edilmemeleri, hastane sevklerinin gerçekleşmemesi, ağız içi arama yahut kelepçe ile muayene yöntemlerini gibi gayri insani yaklaşımların dayatılması, ilaç ve tedavi süreçlerinin aksatılması, hastanede yatarak tedavi olması gereken mahpusların bu ihtiyaçlarının karşılanmaması bu ölümlerin temel nedenidir. 
 
SORUŞTURMALAR CEZASIZLIKLA SONUÇLANIYOR
 
Yine hapishanelerdeki yaşam hakkı ihlallerinin birçoğu mahpusların tekli hücrelerde tutulurken gerçekleşmiş, ilgili hapishane idareleri ve bazen savcılıklar tarafından şüpheli ölümler, alelacele intihar olarak açıklanmıştır. Bir kısmı hakkında yapılan şikayetlerle başlayan soruşturma dosyalarında ilk iş olarak gizlilik kararı alınmış ve kısa süre içinde soruşturmalar takipsizlik kararları ile sonuçlandırılmıştır. 1 yıl önce intihar ettiği iddia edilen Garibe Gezer’in işkence ile yerde sürüklenerek tekli hücreye götürüldüğü görüntüler basında yer almış ve en başından itibaren bu görüntüler savcılık soruşturma dosyasında olmasına rağmen Garibe’nin ölümü etkili bir soruşturmayla araştırılmak yerine apar topar bir kararla, ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. 
 
İŞKENCE CEZAEVLERİNİN RUTİNİ HALE GELDİ
 
Cezaevlerinde yaşanan ihlaller sadece sağlık hakkının engellenmesi ile sınırlı tutulmamakta; İdare ve Gözlem Kurulu heyetlerinin keyfi kararları ile koşullu salıverilme hakkının engellenmesi, darp, tehdit, işkence, tek kişilik hücre ve süngerli hücre tecridi, çıplak arama, disiplin cezalarının keyfi bir biçimde uygulanması, kitap ve yayınların verilmemesi ve toplatılması, keyfi ve sık yaşanan koğuş baskınları, mahpusların yıllarca emek verdiği kitap çalışmalarına el konulması, ortak sohbet hakkı, spor ve kültürel faaliyetlerin kısıtlanması, yemeklerin kötü olması, kaloriferlerin yanmaması, anneleri ile birlikte cezaevinde kalan çocukların ihtiyaçlarının gözetilmemesi, kantin fiyatlarının fahiş olması, hijyen malzemelerine ulaşmanın zorluğu, havalandırmaların tel örgülerle kapatılması, ailelerinden kilometrelerce uzak cezaevlerine sürgün edilmeleri tüm cezaevlerinin rutini haline gelmiştir.
 
CEZASIZLIK SUÇU TEŞVİK EDİYOR
 
AKP-MHP iktidarı ve bağlı yargının cezasızlık politikası hak ve özgürlüklerin gelişmesinde en önemli engeldir. Toplumsal olaylarda faillere hiç soruşturma açılmaması, açılan soruşturmaların kovuşturmaya dönüşmemesi, açılan davalarda daha az cezayı gerektiren suçlardan iddianame düzenlenmesi, gerçek faillerin, azmettirenlerin, devlet içi organizasyonların ortaya çıkarılmaması, sanıklara hiç ceza verilmemesi ya da basit cezalarla geçiştirme ve cezaların ertelenmesi gibi nedenlerle cezasızlık olgusu suç işlenmesini teşvik eden temel unsurlardan biridir. Cezasızlık başta hükümet ve devlet yetkililerinin söylemleriyle güçlendirilmekte, tüm AİHM içtihatlarına rağmen yargı görevlilerinin kararlarıyla da sürdürülmektedir. 
 
TÜRKİYE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ! 
 
Ülkeleri hukuk alanında değerlendirerek hukukun üstünlüğünün tesisini amaçlayan Hukukun Üstünlüğü Endeksi, 44 alt faktör ve 8 ana başlıkta ülkeleri sıralamaktadır. Hükümet Yetkilerinin Kısıtlanması, Yolsuzlukla Mücadele, Yönetim Şeffaflığı, Temel Haklar ve Özgürlükler, Düzen ve Güvenlik, İdari Yaptırımlar, Hukuk Mahkemelerinde Adalet ve Ceza Mahkemelerinde Adalet başlıklarını esas alarak yapılan araştırmalar neticesinde, Türkiye 2022 yılında Hukukun üstünlüğü Endeksinde 140 ülke arasında 116. sırada yer almıştır. Ulusal ve uluslararası mevzuatı tanımayan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulatmayan bir iktidarın Zambiya, Kenya, Lübnan, Rusya ve Nijer gibi ülkelerin dahi gerisine düşerek 116. Sırada olması izahtan varestedir. 
 
DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ 
 
Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğü ağır baskı ve saldırı altındadır. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazetecilerin (RSF) 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde 180 ülke arasında 149. sırada bulunmaktadır. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG)’ne göre ise Aralık ayı itibariyle 87 gazeteci tutuklu bulunmaktadır. Meclis Genel Kurulunda kamuoyunda ‘Sansür Yasası’ olarak bilinen internet medyası ve sanal medyaya yeni yaptırımlar öngören kanun teklifi yasalaşmış, bu yasayla halkın haber alma hakkı engellenmiş, ifade özgürlüğü kısıtlanmış toplum nefessiz bırakılmak istenmiştir.   
 
GAZETECİLERE İŞKENCE VE TUTUKLAMA
 
Halkın haber alma hakkını engellemek ve basın özgürlüğüne darbe olarak nitelendirebilecek Mezopotamya Ajansı ve JINNEWS’te çalışan basın emekçileri, Özgür Basın geleneğini savundukları ve yaptıkları haberler gerekçesiyle AKP-MHP iktidarının talimatı ve güdümündeki yargının kararıyla tutuklanmıştır. Üstelik en son Ankara merkezli yürütülen operasyonda gazetecilere açık şekilde işkence uygulanmıştır. Gazetecilerin toplumsal olayları takip etmeleri ve toplumu bilgilendirmeleri engellenmektedir. Düşünce ve ifade özgürlüğüne tahammülün olmadığı bir yıl olarak 2022 yılında sokak röportajında ekonomik krizden bahsedenler dahi gözaltına alınmıştır. İzmir Barosu Genel Kurulu’nda ‘Jin jiyan azadî’ sloganı attığı için avukat Aryen Turan hakkında linç kampanyası başlatılmış ve gözaltına alınmıştır. Kimyasal silah kullanıldığına dair iddiaları araştırmak için heyet gönderdiğini itiraf AKP-MHP iktidarı, kimyasal silah kullanıldığı iddiasıyla ilgili araştırma yapılmalı diyen TTB başkanı Şebnem Korur Fincancı’yı tutuklatmıştır. 
 
TOPLANTI VE GÖSTERİ HAKKI İMKANSIZ 
 
Temel haklardan olan örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkının kullanımı neredeyse imkansız hale getirilmiştir. Valiliklerin keyfi olarak aldığı yasaklama kararları, yasaklama kararlarının olmadığı durumlarda ise kolluk görevlilerinin fiili engellemeleri belirtilen hakların kullanımını ortadan kaldırmıştır. Yakınları cezaevlerinde olan tutsak ailelerin başlatmış olduğu adalet nöbetleri, Şenyaşar ailesinin Adalet Nöbeti Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanı’na alınmaması gibi yasaklamalar devam etmiştir. 
 
İŞKENCE SOKAKLARA TAŞINDI 
 
Ulusal ve uluslararası hukukta mutlak olarak yasaklanmış ve insanlığa karşı suç olarak tanımlanmış olan işkence, gözaltı merkezlerinden sokaklara kadar taşmış ve devlet yetkililerinin söylemleriyle normalleştirilmeye, meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.    
 
HDP’YE YÖNELİK SALDIRILAR 
 
Örgütlenme özgürlüğü mütemadiyen ihlal ediliyor, partimize yönelik kesintisiz saldırılar da devam ediyor. 2022 yılında da parti yöneticilerimiz ve üyelerimiz başta olmak üzere demokratik kitle örgütlerinin temsilci ve üyelerine yönelik gözaltı ve tutuklama furyası hız kesmeden devam etmektedir. 24 Temmuz 2015 tarihinden bu yana partimize, partimiz tabanına ve bileşenlerine yönelik gerçekleşen siyasi soykırım operasyonları neticesinde yaklaşık 16 bin kişi gözaltına alınmış, aralarında önceki dönem eş genel başkanlarımız, milletvekillerimiz, il-ilçe eş başkanlarımız, yöneticilerimiz ve parti üyelerimizin bulunduğu en az 5 bin kişi tutuklanmıştır. 2022 yılının ilk on ayında il-ilçe yöneticisi, üye ve tabanımızdan en az 2 bin 465 kişi gözaltına alınmıştır. Gözaltına alınanlar katıldıkları basın açıklaması, siyasi parti faaliyetleri ve katıldıkları Newroz gibi etkinliklerden dolayı gözaltına alınmışlardır. 
 
340 FİZİKİ SALDIRI GERÇEKLEŞTİRİLDİ 
 
Sadece gözaltılar değil partimize yönelik fiziki saldırılar da devam etmiştir. 2015 yılından bugüne kadar HDP il, ilçe binaları, stand, miting, eylem etkinliklerine ve buralarda görevli üyelerine en az 340 fiziki saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırıların bir kısmı yaralanmayla bir kısmı ise ölümle sonuçlanmıştır. Deniz Poyraz yoldaşımız katledilmiş, son olarak 9 Ekim tarihinde Yüksekova’da milletvekillerimiz Habip Eksik ve Sait Dede, yerlerde sürüklenerek darp edilmiş, Habip Eksik’in ayağı 3 yerden kırılmıştır.
 
İKTİDARIN CESARETLENDİREN DİLİ 
 
Siyasi iktidarın, HDP’yi ve Kürt halkını hedef gösteren ırkçı politikasının yansımalarından biri de HDP İzmir il binasında katledilen Deniz Poyraz, diğeri ise Konya’da yaşayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişinin ölümüyle sonuçlanan ırkçı saldırılardır. İktidarın cesaretlendirici dili, tutumu ve cezasızlık politikası ile cinayetlere adeta teşvik ettiği birer katili ‘sözde’ yargılarken, asıl sorumluları, arkalarındaki gücü, azmettiricileri bulmaya çalışan avukatlar, TOMA’larla, tazyikli suyla, biber gazıyla ve de darp edilerek duruşma salonlarına girmeleri engellenmiştir.
 
KOBANÊ DAVASI 
 
Siyasi iktidarın, 2016 yılından itibaren Kürt siyasetçilere yönelik baskısı, yargı eliyle sistematik bir şekilde devam ettirilmektedir. MHP genel başkanının talimatı ile partimiz aleyhine açılan kapatma davası ile önceki dönem eş genel başkanlarımız Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak, DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Ayla Akat Ata ve partimizin MYK üyelerinin tutuklu olarak yargılandığı ve kamuoyunda Kobanê Davası olarak bilinen dava; bütün hukuk kuralları adeta linç edilerek, savunma hakkı engellenerek, AİHM kararları hiçe sayılarak devam etmektedir. Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere AKP-MHP iktidarınca, yargılamanın bir an önce bitirilmesi ve yargılananların en ağır cezalarla mahkum edilmesi için talimatlar yağdırmaktadırlar. 
 
BELEDİYELERE ATANAN KAYYIMLAR
 
Seçme ve seçilme hakkını yok sayan, halkın iradesini gasp eden kayyım politikası, başta kadın kazanımları olmak üzere, Kürt kültürüne, diline yönelik saldırıların aracı olmuş, belediyeler bünyesinde düzenlenen kültür sanat faaliyetleri engellenmiştir. Belediyelerimizde sunulan çok dilli belediyecilik hizmetleri hedef olmuş ve çok dilli belediyecilik hizmeti yerine tek dil esas alınmıştır. Kürtler için hafıza değeri taşıyan kişilerin adına yapılan parklar, heykeller, büstler, anıtlar kaldırılmış, sokak/cadde isimleri değiştirilmiş, Kürt halkının kültür ve geleneğinde yeri olmayan, hatta katliamlarda adı geçenlerin isimleri verilerek hafızasızlaştırma politikası yürütülmüştür. 
 
İKTİDAR KADINLARA SALDIRIYOR
 
2022 yılında en az 522 kadın öldürülmüştür. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) 2019 raporuna göre Avrupa ve OECD ülkeleri arasında erkeklerden fiziksel veya cinsel şiddet gören kadın oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye’dir. Yine 2022 Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporuna göre de Türkiye 146 ülke arasında 124. sıradadır. Kadın cinayetlerinin sayılarla geçiştirilemeyecek boyutlara vardığı 2022 yılında, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede Cumhurbaşkanı imzasıyla çekilmesine karşı açılan davalar Danıştay tarafından reddedilmiştir. Kadına karşı şiddeti ve kadın cinayetlerini engellemeyen iktidar ve kolluk tarafından, 25 Kasım’da sokağa çıkmak isteyen binlerce kadına işkence edilmiş, yüzlerce kadın gözaltına alınmış, bacakları kırılmışken; işkenceyi yapan ve emri verenler ‘can ve mal güvenliğiniz bize emanettir’ demeye devam etmektedir.  
 
ZIRHLI ARAÇ KATLİAMLARI 
 
Türkiye’de siyasi ve iktisadi krizlerden en çok çocuklar etkilenmekte, çocuklara yönelik cinsel istismar, hükümetin politikaları ve yargı kararlarıyla normalleştirilmek istenmektedir. Türkiyeli milyonlarca çocuk bugün işçilik, zorla çalıştırılma, istismar, madde bağımlılığı, şiddet ve yoksulluk gibi sorunlarla karşı karşıyadır. Benzer şekilde anadilinde eğitim görememe, asimilasyon ve zorla yerinden edilme gibi şiddet süreçlerinden en çok çocuklar etkilenmektedir. Yaklaşık yarım asırdır Kurdistan’da yaşanan savaşta Kürt çocukları devlet şiddetinin hedefinde yer almaktadır. 2022 yılında da Kürt çocukları askeri zırhlı araçların çarpması sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.  
 
MÜLTECİLERE IRKÇI SALDIRI 
 
Mülteciler neredeyse her gün hedef haline getirilmekte ve yaşam hakları ihlal edilmektedir. 
 
Sayılarının 5 milyonu geçtiği tahmin edilen sığınmacı, mülteci, göçmenler 2022 yılında da her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüyle birlikte ırkçı siyasetçiler tarafından hedef haline getirilmeleri ile birlikte yerlerinden edilmiş ve ırkçı şiddete maruz bırakılmışlardır. Daha onlarcasını sayabileceğimiz, saymakla bitmeyecek insan hakları ihlallerinin tek adam iktidarına dayanan otoriter sistemden kaynaklandığını belirtmek isteriz. O nedenle temel insan haklarını güvence altına alan, kuvvetler ayrılığını benimseyen, yerel demokrasiyi güvence altına alan güçlendirilmiş parlamenter sistemi esas alan güçlü bir demokrasiye ihtiyaç duyulmaktadır.   
 
CUMHURİYETİN DEMOKRATİKLEŞMESİ
 
Yine Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi ile doğrudan bağlantılı olan Kürt sorununda demokratik çözüm için diyalog ve müzakere sürecinin başlatılması, toplumsal sorunların ve İnsan hakları ihlallerinin kaynağı olan mevcut Anayasanın tümden değiştirilerek farklı kültürlere, kimliklere inançlara ve ana dillerine saygıyı esas alan yeni bir toplumsal sözleşme aynı zamanda toplumsal barışın en büyük teminatı olacaktır. Yürütmenin vesayetinden kurtulmuş, siyaseti ve toplumu dizayn etmenin, muhalefeti tasfiye etmenin bir aracı olmaktan çıkarılmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulayan tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin tesis edilmesi gerekmektedir. Kadınların eşit ve özgür yaşam haklarının güvence altına alındığı, temsilde eşitliğin sağlandığı bir düzenin kurulması olmazsa olmazlardandır.  Toplumsal barış ve adaletin tesisi için tecrit ve işkence sistemine son verilerek Sayın Öcalan bir an önce avukatları ile görüştürülmelidir. Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine son verilerek hasta tutsaklar derhal serbest bırakılmalıdır. İnsan hakları ihlallerinin son bulduğu demokrasi, barış, özgürlük ve adaletin hakim olduğu, halkların bir arada eşit yurttaşlar olarak yaşadığı bir ülke için siyasi ve hukuksal mücadelemiz devam edecektir.”