ANKARA - Siyasi Ekoloji kitabını derleyen yazar Hakan Yurdanur, ekolojik saldırıların politik ve sınıfsal olduğunu belirterek, “Kapitalist sınıf hem sosyal adaletsizliği yaratır hem de çevrenizi yok eder. Buna karşı yeni bir dil üretmek gerekir” dedi.
Akademisyen yazar Hakan Yurdanur’un derlediği ve 15 yazarın makalelerinden oluşan Siyasi Ekoloji kitabı raflardaki yerini aldı. Kitap, ekolojik yıkıma karşı çözüm önerileri sunuyor. Kitabın ön sözünde, başka bir gezegene gitmeden dünyanın ekolojik dengesinin tekrardan oluşturulabileceği, kapitalizmin sunduğu çözüm önerilerinin aslında “sahtekarlık” olduğu vurgulanıyor.
Fikret Başkaya, Nejla Kurul, Sibel Özbudun, Mustafa Durmuş, Gaye Yılmaz, Beyza Üstün, Temel Demirer, Serap Çakalır, Talat Ulusoy, Emel Değirmenci, Ender Öndeş, Aykut Çoban, Ali Çakıroğlu ve Cemil Aksu’nun yazılarının yer aldığı Siyasi Ekoloji kitabına dair Hakan Yurdanur ile söyleştik.
“Bu kitap her şeyi yeni baştan formüle eden, elinde sihirli bir değnek olan ya da her derdin devasını bulmuş bir kitap değil ama ekolojik hareketler, toplumsal muhalefetin önemli bir yerini işgal etmeye başladı. Öyleyse bunun bir örgütlenme perspektifinin inşası gerekiyor” diye belirten Yurdanur, bu örgütlenme biçiminin bir an önce hayata geçirilmesi, devam ettirilmesi ve toplumsal hareketlerle bir araya getirilmesi konusunda isteklerini de dile getirdiklerine dikkat çekti.
Sizi bu kitabı hazırlamaya iten şey neydi?
Bu kitabı aslında bir sözlük olarak tasarlamıştık. Fikret Başkaya ile “1990’lı yıllarda Özgür Üniversite’nin yaptığı kavramlar sözlüğünün bir benzerini yapabilir miyiz” diye konuşurken aklımıza makaleler toplamı şeklinde bir kitap ortaya çıkarmak geldi. Ekoloji üzerine yazılmış birçok kitap vardı ancak biz doğayı, bilimsel anlamda tanımlamış ekolojik yaklaşımların dışında bir tanımla yeniden üretmeyi, paylaşmayı ve tamamlayıcı ilişkiler içine sokmayı hedefledik.
Kitabınıza ismini veren “Siyasi Ekoloji” kavramı ne ifade ediyor?
Biz politikayı da sınıf mücadelelerini de kadın hareketini de ya da Kürt hareketini de içine alan ve geniş bir perspektiften bakabilen siyasi bir cephe kurmak istedik. Kitabımız aynı zamanda bir örgütlenme çağrısıdır.
“Politik Ekoloji” ya da “Ekoloji Politik” isimlerini kullanmam konusunda birçok yorum aldım. Öncelikle ekolojik saldırı başından sonuna kadar politiktir ve sınıfsaldır. Sınıfsal bir saldırıya karşı siz de sınıfsal mücadele yöntemleriyle cevap verirsiniz. Politik saldırının karşılığı hukuki mücadele olamaz. Biz politikayı da sınıf mücadelelerini de kadın hareketini de ya da Kürt hareketini de içine alan ve geniş bir perspektiften bakabilen siyasi bir cephe kurmak istedik. Kitabımız aynı zamanda bir örgütlenme çağrısıdır. Siyasi yapılar örgütlü değiller mi? Evet örgütlüler ancak ekoloji mücadelesi veren siyasi aktörlerin de içinde yer aldığı birçok dernek, parti ve sivil toplum kuruluşu birbirlerine çok benzeyen ve tekrarlayan yapılara bürünmüşler. Oysa biz bu kitapta çok sık laf etmek yerine az ve öz konuşmak istedik. Ekoloji mücadelesini siyasi perspektifte yerine oturtalım ve bir mücadele yöntemi olarak ortaya koyalım istedik. Çünkü ekolojinin kapitalizmle ilişkisini ortaya koyamazsak, kapitalizmin radikal eleştirisini orijinimize alamazsak çok başarılı olamayacağımızı biliyorduk. Bu nedenle buradan hareket ettik.
Kitap Fikret Başkaya’nın “Kapitalizm sizce neden ekolojiyle bağdaşmaz?” makalesiyle başlıyor. Kapitalizm sizce neden ekolojiyle bağdaşmaz?
Fikret hoca ekoloji ile ekonomi arasındaki ilişki üzerine bir yazı kaleme aldı. Aslında ekonomi ile ekolojinin çıkış noktaları temelde aynıdır. Toplum; ekonomi, toplum ve doğa şeklinde örgütlenmiş vaziyettedir. Ekonomi en baştadır. Ekoloji mücadelesi ise en sondadır. Ekonominin hem toplum üzerinde hem de doğa üzerinde bir işgali söz konusudur. Bu anlamıyla ekonominin başa geçmesine karşı dizilişi tam tersine çevirmek gerekiyor. Ekonominin insana, doğaya ve topluma tabi olması, yönetilen pozisyonuna indirgenmesi gerekir. Bu da direkt olarak kapitalizmin eleştirisi demektir. Kapitalizm bisiklete binmek gibidir. Bisiklete bindiğinizde pedal çevirmezseniz bir süre sonra devrilirsiniz. O yüzden de kapitalizm sürekli pedal çevirmek, ilerlemek ve büyümek zorundadır. Büyürken de toplum ve doğaya saldırmak zorundadır. Hem sosyal adaletsizliği yaratır hem de çevrenizi yok eder. Bu saldırıya karşı da mağdur dil kullanmak yerine yeni bir dil üretmek ve var olan örgütlenme alanlarında yeni projeksiyonlara neden olmak gerekir.
Deniliyor ki: “Biz kapitalizm adında modern bir medeniyette yaşıyoruz.” Ben de diyorum ki bu medeniyet hayatı mezara ruhu da cesede çeviriyor. Böyle bir medeniyet içerisinde her şey paralaştırılıyor. Bugün dostluk, arkadaşlık, sevgi ve adalet gibi kavramlar metalaşmış durumda. Doğa da paralaştırılıyor çünkü eğer toplumunuz temiz değilse doğanız da temiz olamaz. Madem ne yiyorsanız oyuz, o zaman gıda krizinin nereden kaynakladığını söylememiz gerekiyor ki çözüm bulalım. Bu bakımdan kapitalizme nedenleriyle yaklaşmak gerek, biz de bunun için yol aldık.
Sınıflar ve ekoloji arasında nasıl bir ilişki var?
Ekolojik saldırılar, politik ve sınıfsaldır, çünkü kapitalist sınıf beraberinde toplumun geri kalan tüm sınıflarına saldırırken doğayı da kendi mülkiyetinde görür. Bu nedenle de ortak alanlara saldırır ve özelleştirir. Burada da devleti kullanır.
Sınıflar ve ekoloji arasında örtüşen ve iç içe geçmiş bir ilişki var. Ekolojik saldırılar, politik ve sınıfsaldır, çünkü kapitalist sınıf beraberinde toplumun geri kalan tüm sınıflarına saldırırken doğayı da kendi mülkiyetinde görür. Bu nedenle de ortak alanlara saldırır ve özelleştirir. Burada da devleti kullanır. Devlet, köylünün, emekçinin ya da kadının hakkına geldiği zaman susar, reddeder ve karşı koyar ama iş sermayenin talanına ve rantına geldiği zaman gözü kapalı evet der. Bu anlamda devlet eşittir sermayedir. Çelişki başından sonuna kadar politiktir. Eğer siz sınıfsal bir saldırıya karşı onun analizini orijininize alamazsanız yeterli olamazsınız. Bir süre sonra da protesto gösterileri, şenlik havasına bürünür. İnsanların kendilerini tatmin ettikleri küçük söyleşilerden ibaret kalır ve daha öteye gitmez. Oysa biz diyoruz ki sınıfsal bir mücadele geniş katmanlıdır. Bütün muhalif unsurlarla beraber hareket etmelidir. Kapitalizmin sınıfsal hiyerarşisi dikeydir. Bu mantık ilişkiler biçimlerini de önceler ve sonralar. Yani numaralandırır. Halbuki sınıfsal saldırı bütündür ama kapitalizm bilerek bu saldırıları parçalara ayırır ve böler. Bu bölme sonucunda ekolojik mücadele de ilk sıradan değil, dördüncü veya beşinci sıradan işlem görür. Bu nedenle de insanları vatandan milletten kullandıkları edebiyat dilinin çok gerisine itilir. Ekonomik sorunlarla anlatılması gereken ekolojik sorunlar tartıştırılmaz. İşte biz de bunu temellendirmek için dedik ki: ekolojik saldırılar politik ve sınıfsaldır. Yatay düzeyde herkesi keser. Bu nedenle de mücadele biçiminin bütün muhalifleri kucaklaması gerekir.
Biraz Türkiye’den konuşalım istiyoruz. Türkiye’de özellikle 90'lardan sonra ivme kazanan bir çevre hareketi, zayıf da olsa bir ekolojik hareket mevcutken, özellikle 2013’teki Gezi protestoları sonrası biraz daha aktif hale geldi. Türkiye'deki ekolojik hareketler sizce ne derece politik?
Türkiye’deki ekolojik mücadele, dünyadaki karşı iz düşümlerinden bağımsız olamaz ama çok politikleştiğini söylemem zor. Buna rağmen bu yolda adımlar atıldığını söyleyebilirim. Çevre hareketi ve ekolojik mücadele arasındaki ayırımı iyi ortaya koymamız gerekir. Türkiye’deki sınıfsal hareketler ile ekoloji hareketleri birleşemiyorlar. Özellikle işçi sınıfı hareketiyle birleşemiyor ancak kadın ve öğrenci hareketleri ekoloji mücadelesine daha yatkın. Çünkü kendi toplumsal muhalif durumları ile doğaya uygulanan saldırı biçimi hemen hemen benzer. Köylü hareketinde ise özne durumu önemli. Köylü aynı zamanda ekolojik yıkımın gerçekleştiği yerin öznesidir ama diğer muhalif unsurlar dışarıdan gelen öznelerdir. Asıl sorunla karşı karşıya gelen köylüler, bu konuda kritik rol oynuyor. Köylü var olan küçük mülkiyetlerini korumak için bu mücadelelerin içerisinde yer alıyor. Ekoloji mücadelesi maalesef bizde sonuç odaklı bir mücadele haline gelmiş. Bir devlet kurumu olan yargıdan yıkıma karşı bir çözüm beklerseniz sonuç alamazsınız. Çünkü o zaman devlet ile sermaye arasındaki organik ilişki devreye girer. Bu ilişki sayesinde devlet İkizdere’de olduğu gibi sermayeden yana tavır almak zorunda kalıyor. Devletin misyonu budur. O nedenle köylü hareketinin pozisyonunun iyi açıklanması ve değerlendirilmesi gerekiyor. O özneyi anlayarak hareket etmek ve formülasyon üretmek gerekiyor. Bu kitapta da buna dair mesajlar yer alıyor. Kendi gerçeğimize kendi tuttuğumuz ayna ile bakmalıyız. Aksi takdirde ithal edilmiş bazı programlarla çözüm bulamayız.
Global boyutta bir iklim krizi, dünya için en risk teşkil eden konulardan biri. Yaklaşık kırk yıldır bu konuda uyarılar yapılıyor. 2015 yılında gerçekleşen Paris İlkim Zirvesi’nde devletler karbon gazı emisyonunu azaltmak üzere bir dizi vaatte bulundular. Bahsini ettiğim devletler aynı zamanda emperyalist ve sömürgeci politikalarla yönetiliyor. Emperyalizm ve sömürgeciliğin iklim krizine önemli bir “katkıda” bulunduğunu göz önüne alırsak bu çelişkiyi nasıl yorumlarsınız?
Kapitalizm var olduğu müddetçe küresel ısınma devam eder ve durdurulamaz. Çünkü kapitalizm ısıtmadan var olamaz. Isıtmadan kar elde edemez. Ya kapitalizmi sona erdirilir (ki bu mümkün değil) ya da sistem “gerekli insanları” hayatta tutar, “gereksiz insanların” da ölümüne gözünü kapatır.
Kapitalizm başından beri emperyalist ve yayılmacı bir sistematiğe sahiptir. 1400 yıllarda başlayan ilk süreci bir işgal süreciydi. Bu sadece bir yöre halkının işgal edilmesi değil o toprakların da yok edilmesi süreciydi. 1970’lerden sonra bu sistematikte bazı değişimler yaşandı. Sosyal devlet mantığı aşılmaya başlandı. Bunun adına küreselleşme ya da yeni pazar ekonomisi dendi ve saldırı çoklaştı. Sonrasında yeni kar alanları inşa edilmek zorunda kalındı. Çünkü sistem eskisi kadar artı değer üretmekte zorlandı. Hal böyle olunca saldırının şiddeti kavramı ortadan kalktı. 1970’lerden sonra şiddet parametresi ortadan kalktı. Sürekli saldırı ve sürekli yok edip kar elde etme mantığı devreye girdi. Hatta bir süre sonra atmosferik olaylara da saldırılar gerçekleşti. Güneşe sahip olunmak istendi. Ay artık onların bir kenti haline getirildi. Yeryüzündeki toprağı ve suyu özelleştirdikten sonra sıra havaya geldi. İklim krizi dediğimiz küresel ısınma beraberinde bu özelleştirmenin ürünüdür. Siz eğer temiz hava alma hakkınızı yitirmişseniz o vakit o özelleştirilmiştir. İklim krizleri böyle ilerlediği zamanlarda böyle 2015’teki gibi protokoller imzalanıyor. Bunlar kapitalizmin sahtekarlıklarından ibarettir. Bundan medet ummak saftiriliktir. İklim krizlerinin asıl nedeni önce toprağın ve suyun metalaştırılmasından sonra sıranın havaya gelmiş olmasıdır. Çevreye, insana ve hayvana zararlı olan karbon salınımları, üreme ve büyüme mantığının kökeninden kaynaklanıyor. Bu konuda herhangi bir denetim mekanizmaları da yok. “Bu durdurulabilinir mi” sorusu burada çok kritik. Kapitalizm var olduğu müddetçe küresel ısınma devam eder ve durdurulamaz çünkü kapitalizm ısıtmadan var olamaz. Isıtmadan kar elde edemez. Ya kapitalizmi sona erdirilir (ki bu mümkün değil) ya da sistem “gerekli insanları” hayatta tutar, “gereksiz insanların” da ölümüne gözünü kapatır. Biz kitapta buna nasıl karşı çıkmamız gerektiğini anlatıyoruz.
İklim krizinin sonuçlarından biri de hızla artan iklim ilticaları oldu. Göç alan ve veren ülkelerin iç dengelerini ve ekonomilerini de etkileyen bir mesele olan iklim ilticası, önümüzdeki yıllarda artmaya devam edecek mi?
Savaşlarda ordular aynı zamanda kendi ülkesine de savaş açar. O ülkenin sermayedarları aynı zamanda doğaya ve çevreye de savaş açar. Bu ilticalar da tamamen sermayenin yaratmış olduğu savaşların sonucunda gerçekleşiyor. İnsanlar da bu savaşlarla birlikte iki seçeneğe mahkûm ediliyor. Ya fırsatları varsa kaçacaklar ya da ölecekler. Bu ölümlere karşı dur demek için iklim krizlerinin, enerjinin ve ormanları talan eden madenciliğin bu göç hareketleriyle ilgili olduğunu anlatmak gerekiyor.
Kitabın ön sözünde özellikle vurguladığınız bir nokta var. “Ekolojik yıkıma karşı hayıflanmak yetersizdir.” Peki ne yapmalı?
Mutlaka mağduriyet dilini ve yıkım gerçekleştikten sonra çözüm bulmaya çalışan bir mantıktan önce belirli politik uyarı sistemleriyle gelebilecek saldırıları önlemeye çalışmak ve çalışmalar yapmak gerekiyor.
Biz karşımızdakileri hep kurallar, formatlar, kitapta yazanlar veya belirli bir metinden alıntılarla anlamaya çalışıyoruz. Böyle devam ettiğimiz müddetçe ortaya çıkan gecikme, o süre zarfı içinde yaşanan iklim krizleri, ekolojik yıkımlar ve felaketlerin çoğalmasına da seyirci kalmamıza neden oluyor. Oysa biz o anlama dilini geliştirebilirsek, örgütlülüğün şart olduğunu öne sürersek ki bu örgütlülüğün de önce bireyin kendi içinde başlaması gerektiğini söylersek o zaman sanırım daha iyi işler yapmış oluruz. Ardından bu örgütlenmeler siyasi partilerde ve derneklerde hayat bulabilir. Bu da yetmez. Yöre halkı ve köylülüğün özel durumuyla ile oraya dışarıdan gidenlerin genel durumuyla arasındaki ilişkiyi çözmek gerekiyor. Mutlaka mağduriyet dilini ve yıkım gerçekleştikten sonra çözüm bulmaya çalışan bir mantıktan önce belirli politik uyarı sistemleriyle gelebilecek saldırıları önlemeye çalışmak ve çalışmalar yapmak gerekiyor. Çünkü bir yere saldırılmaya başlandığında kapitalizm gecikmeli de olsa yapmak istediğini hayata geçirir. Yıllarca erteletebilirsiniz fakat bu sistem elinde sonunda o saldırıyı gerçekleştirmek zorunda. O anlamıyla bizim de ezberlediğimiz sistematiklerin dışında bir alternatif geliştirmemiz gerekiyor. Bizim şu ana kadar yaptıklarımız önemlidir fakat ortalama 40 yıllık bir geçmişi olan çok taze bir yapıyla karşı karşıyayız. Bu anlamıyla da bizim bu yeni atmosferi daha net ve anlaşılır şekliyle analiz etmemiz gerekiyor.
Kitap okuyucular tarafından nasıl karşılandı? Yeni bir çalışma süreci önünüze koydunuz mu?
Bu kitap her şeyi yeni baştan formüle eden, elinde sihirli bir değnek olan ya da her derdin devasını bulmuş bir kitap değil ama biz dedik ki ekolojik hareketler, toplumsal muhalefetin önemli bir yerini işgal etmeye başladı. Öyleyse bunun bir örgütlenme perspektifinin inşası gerekiyor. Siyasi ekolojiden anladığımızı anlatırken bu örgütlenme biçiminin bir an önce hayata geçirilmesi, devam ettirilmesi ve toplumsal hareketlerle bir araya getirilmesini istedik. Bir araya gelmenin çok zor olduğu koşullarda benimle birlikte 14 değerli yazar bu işin altına imza attı. Tabii ki eleştiriler olmalı. Eleştiriler geldikten sonra biz yeni dostların katılımıyla ikinci bir çalışma yapacağız. Böylece örgütlenme faaliyetlerinin bu alanını gündemde tutmaya devam edeceğiz.
MA / Fırat Can Arslan