İZMİR - Ekolojist Arif Ali Cangı, 8 günde 3 yasal düzenlemeyle doğa talanının önünün açılmasını, "İktidarın kanunlarla ekolojik yıkıma kılıf uydurması" olarak yorumladı.
Ekolojik yıkımın hız kazandığı şu günlerde her gün yeni bir “proje” ile yaşam alanlarına saldırı yapılıyor. Küresel ısınma ve iklim krizinin kendini hissettirdiği ve bu anlamda adım atılması gereken bir dönemde, yeni çalışmalarla doğa katlediliyor. Söz konusu doğa talanları, yasal düzenlemelerle sürdürülüyor. 1 Mart'ta Maden Yönetmeliği'nde yapılan değişiklikle zeytinlik alanlar madencilik faaliyetlerine açıldı. 5 Mart'ta da doğal sit alanları, yönetmelik değişikliğiyle enerji yatırımlarına açıldı. 8 Mart'ta ise Nükleer Düzenleme Kanunu Meclis’ten geçerek, Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu 3 değişiklik başta ekolojistler olmak üzere birçok kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Maden ve doğal sit alanlarına dair değişiklikler için yürütmeyi durdurma davaları açılırken, kentlerde sokak eylemleri başladı. Yine Nükleer Düzenleme Kurumu’nun ülkeyi felakete götüreceği yönünde eleştiriler yükseldi.
Ekolojist avukat Arif Ali Cangı ile ekolojiye dair yapılan yönetmelik değişiklikleri ve yeni kanunları konuştuk.
SİT ALANLARI TALANA AÇILDI
Doğal sit alanlarına yönelik değişikliği değerlendiren Cangı, değişiklik ile hiçbir yapılaşmaya izin verilmemesi gereken 1’inci derece doğal sit alanlarının enerji yatırımlarına açıldığını belirtti. Bu konuda yapılan değişikliğin geçmişte Danıştay tarafından iptal edildiğini anımsatan Cangı, “Sürdürülebilir Koruma Alanları’nda Danıştay’ın yine kapasitesine göre belirlenmesi gerektiğine dair bir kararı var. Buna rağmen kapasitesine bakılmaksızın enerji santrallerine, turizm ve yerleşimlere izin verilmesinin önü açılmış durumda. Yönetmelikte itiraz yolu var. Eğer idari itiraz yoluyla sorun çözülebilecekse yararlı olabilir. Ama bizdeki idari itiraz yolları daha çok yargıya başvurmanın geciktirilmesi ve zorlaştırması şeklinde uygulanıyor. Aslında bir yandan zeytinliklerin bir yandan da doğal sit alanlarının yağmaya açılması anlamına geliyor” dedi.
'ALAY EDERCESİNE BİR KANUN'
Nükleer Düzenleme Kanunu ile ilgili 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin çıkarıldığını aktaran Cangı, “Bunun için iptal davası açtık. İptal davasında Anayasa Mahkemesi bu konuların kararname ile değil yasalarla düzenlenmesi gerektiğinden şekil yönünden Anayasa’ya aykırı buldu. Bir yıllık bir süre verdi. Dolayısıyla Anayasa’ya aykırı olan bir kurum 1 yıl boyunca çalışmasını sürdürdü. Geçtiğimiz günlerde tam bir yıl dolmaya yakın Meclis’in gündemine geldi. Bu kanun tasarısı hızla komisyonlardan geçerek Genel Kurula girdi. Genel Kurul’da da bazı maddeler eklenerek kabul edildi. Gerçekten bu işle uğraşanlarla alay edercesine bir kanun çıktı. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği kararnameden hiçbir farkı yok” diye belirtti.
'AMAÇ KILIF UYDURMAK'
Nükleer gibi bilimsel değerlendirme yapılması gereken bir konuda bir kişinin yetki sahibi olmasının endişe verici olduğunu belirten Cangı, bunun nükleer güvenliği sağlamak değil siyasi iktidarın nükleer maceralarına kılıf uydurmak için yapıldığını kaydetti. Japonya’da Fukişima Nükleer Santrali’nde yaşanan patlamaya da değinen Cangı, “Oysa bugünlerde 11’inci yıl dönümünü yaşadığımız Fukişima’dan sonra nasıl önlem alırsanız alın nükleer santrallerin güvenilirliğinin olmadığını gösterdi. Kimi ülkeler nükleer santral programlarını değiştirdi. Ancak son dönemde görüyoruz ki iklim kriziyle ortaya çıkan sorunun çözümü için sıfır emisyon gerekçesiyle nükleer santraller sürdürülebilir enerji kapsamında değerlendirilmeye başlandı. Bu konuda Avrupa Birliği Komisyonu tavsiye kararı aldı. Bu gerçekten kötüye gidiş. Nükleer santraller insanlığın başına hep bela olmuştur” ifadelerini kullandı.
NÜKLEER ATIKLAR
Nükleer ile ilgili diğer sorunun ise atıklar olduğuna dikkati çeken Cangı, insanlığın şu anki teknoloji ile bu atıkları yok edemediğini dile getirdi. Nükleer atıkların çelik ve kurşun kaplarda maden ocakları ya da dağların altına gömüldüğünü kaydeden Cangı, şunları söyledi: “Kimi zaman da bu atıkların saklandığı kurşun kaplarda bu atıklar yasadışı olarak satılır. Nitekim Gaziemir’de eski kurşun fabrikasından kalan 70 dönüm içindeki nükleer atıklar bu yolla o toprağa gömülmüş. 2007 yılında ortaya çıkan bu radyoaktif bulaşmış atıklar halen temizlenemedi. Bi rde nükleer santralimiz olursa halimiz ne olur. Enerji başka kanallardan sağlanabilir. Zaten nükleer santrallerden enerji elde etmek koca bir yalan çünkü onun maliyetine değmez. Zaten bir yere nükleer santral kuruluyorsa ya rüşvet vardır ya da nükleer silah yapılıyor demektir. İki konuda insanlığa yarar sağlayacak bir şey değil.”
ZEYTİN İTTİFAKI
Kapitalist sistemin doğal varlıkları artı değer gibi görerek sermayesine katmak istediğini vurgulayan Cangı, buna karşı dünyada yaşamın riske girdiğini söyledi. Suya cemre düşmesine rağmen İzmir’de kar yağdığını belirten Cangı, küresel ısınmaya dikkat çekti. Cangı, “Bu gidişatın değişmesi için mutlaka bütün insanlığın doğayla uyumlu bir yaşamı kurması gerekiyor. Mesela bu ülkeye zeytin ittifakı gerek. Zeytin ittifakı yaşamı da korur, barışı da sağlar, demokrasiyi de getirir. Bu kurulmadığı sürece dünyada yaşamın sürmesi mümkün değil. Onun için uygulanan politikalarla, hukukuyla, yaşayış biçimiyle doğaya uygun olmalıyız. Yine bu talana karşı fiili meşru mücadele yöntemleri uygulanmalı. Bunun örneklerini görmeye başladık. Milas İkizköylüler Akbelen’de bütün izinleri alınmış orman kesimini yaptırmadılar. Mücadelenin hukuki ve insani boyutunun birleşmesi ile yaşamı savunabiliriz” diye belirtti.
'POLİTİKALAR TERS TEPİYOR'
Bu birleşmenin son zamanlarda yaşandığını kaydeden Cangı, özellikle maden yönetmeliğinden sonra zeytine karşı büyük bir sahiplenmenin olduğunu söyledi. Toplumsal duyarlılığın devam ettiği sürece zeytine kimsenin dokunamayacağını vurgulayan Cangı, “İktidarın bu hamleleri ters tepiyor. Çünkü belli bir birikime ulaşmış ekoloji mücadelesi var. Kendi yaşam alanlarının yok olduğunun farkına varan insanlar var. Bu aşamadan sonra eskisi kadar bu tür politikaların kolay uygulanamayacağını düşünüyorum. Her ne kadar siyasi iktidarlar dünyayı yok edecek politikalar yürütse de buna dur diyen bir kitle oluştu. Doğayı ve kültürel varlıkları tahrip edecek bütün politika ve yasal düzenlemelere karşı hak sahiplerinin hak araması aranması gerekiyor. Hak aranmadığı takdirde hukuki sonuç almakta zorlaşıyor” diye konuştu.
MA / Tolga Güney