İSTANBUL - PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük 9 Ekim komplosuyla amaçlanan tasfiye gerçekleşmedi. Bu süreçte PKK Liderinin fikirleri evrenselleşti, fiziki özgürlüğü milyonların temel talebi haline geldi.
Batılı küresel güçler arasında 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde imzalanan Sykes-Picot Antlaşması ile Ortadoğu coğrafyasında çizilen suni sınırlar, bölgede bitmek bilmeyen kriz, mezhepsel çatışma ve savaşlara yol açtı. Emperyal güçler, söz konusu kriz ve kaos ortamında suni sınırlarla böldüğü bölgenin yer altı ve yer üstü zenginliklerinin tümünü hedef aldı. 20’nci yüzyılın sonlarına doğru yaşanan değişim ve yükselen özgürlük talepleri sonrası emperyal güçler, bölgeyi yeniden dizayn etmeye girişti.
ABDULLAH ÖCALAN HEDEFTE
Emperyal güçler, "yeniden dizayn" kapsamında ilk olarak özgürlük talebiyle yola çıkan hareketlerin liderlerini hedef aldı. "Başı koparıp, gövdeyi dağıtmak" stratejisiyle yürütülen tasfiye planında ilk hedeflenen, kapitalist sisteme karşı ortaya koyduğu demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigmayla milyonları etkileyen PKK Lideri Abdullah Öcalan oldu. Öcalan şahsında aynı zamanda Kürt özgürlük hareketi tasfiye edilmek istendi.
ADIM ADIM KOMPLO SÜRECİ
ABD, İngiltere ve İsrail'in öncülük ettiği Abdullah Öcalan'a dönük komplo sürecinin düğmesine, 1994 yılında henüz Abdullah Öcalan Suriye’nin başkenti Şam’dayken basıldı. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ile Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad arasında yapılan 4 saatlik görüşmenin konusunun, sonraki süreçte Abdullah Öcalan olduğu öğrenilecekti. Söz konusu görüşmenin ardından fiziki olarak imha edilmek istenen Abdullah Öcalan'a dönük 6 Mayıs 1996 tarihinde bombalı suikast girişimi oldu. Öcalan bu suikasttan yara almadan kurtuldu. Bu suikast girişiminin ardından 9 Nisan 1996’da Yunanistan Başbakanı Kostas Simitis ile ABD Başkanı Bill Clinton, Washington'daki Beyaz Saray'da gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede Yunanistan Başbakanı, Öcalan'ın tasfiyesi için işbirliğini kabul ederek, ABD'nin bölge politikalarını destekleyeceği sözü verdi. Yunanistan, komploda yer almayı kabul ederek, Öcalan üzerinden Kıbrıs ve Ege adaları konusunda Türkiye'den tavizler koparma niyetindeydi.
Simitis ve Clinton görüşmesinin hemen ardından KDP lideri Mesut Barzani Ankara'ya çağırıldı. Bu görüşmenin akabinde Barzani ile YNK lideri Celal Talabani Washington'a çağırıldı. 17 Eylül 1998'de, ABD ile KDP ve YNK arasında Kürt Otonomi Antlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Öcalan'a yönelik tasfiye planının “Kürt ayağı” da tamamlanmış oldu. Bu anlaşmadan önce PKK, Kürt sorunun çözümü için tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Ancak bu anlaşmaya bölgesel ve uluslararası güçler tasfiye kararı ile cevap verdi.
ABDULLAH ÖCALAN ATİNA’DA
ABD'nin öncülük ettiği Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) Suriye’de giriştiği askeri, siyasi ve diplomatik kuşatma 9 Ekim 1998’te sonuç verdi. Hafız Esat hükümeti, baskılara boyun eğerek, küresel güçlerle anlaşmayı çıkarlarına daha uygun buldu ve Öcalan'dan en kısa sürede Suriye’yi terk etmesi istendi. Küresel güçlerin almış olduğu bu karar karşısında Öcalan’ın önünde iki seçenek vardı; Biri dağ, diğeri ise Avrupa'ydı. Öcalan, Kürt sorunun çözümü için ve sorunu uluslararası platformlara taşımak için, "Rolümü siyasi kanallarla oynamak istiyorum" diyerek ikinci seçenekten yana kullandı.
Öcalan'ın bu kararı almasında Yunanistan eski Ulaştırma Bakanı ve PASOK Milletvekili Kostas Baduvas'ın vaatleri de etkili oldu. Öcalan’ın daha Şam'dan çıkmadan defalarca kez aradığı Baduvas, "İşleri hallettim, hazırlıklar tamam" diyordu. Baduvas'ın bu kadar net olması, Öcalan'a 9 Ekim 1998'de Suriye’ye ait bir yolcu uçağıyla Atina'ya gitme kararını aldırdı. Şam Havaalanı'ndan hareket eden uçak, saatler sonra Atina Hellinikon Havaalanı'na indiğinde Öcalan'a karşılama sözü veren Baduvas ortalıkta yoktu. Baduvas yerine, Öcalan'ı Yunanistan gizli servisi EYP'den Savvas Kalenderidis ve istihbarat üst düzey yetkilisi Yannis Stavrakakis karşıladı.
ATİNA TUZAĞINDA TARAFLARIN ROLÜ
Öcalan, yıllar sonra Budavas’a dair şu değerlendirmelerde bulunacaktı: "Yunanistan tuzağına çekilmemizde onun payı var. Şam'dan Atina'ya geçmemdeki sorumluluğu büyüktür. Daha sonra ortaya çıktı ki, Suriye'den çıkarılarak Yunanistan tuzağına çekilmemde Baduvas şahsında İngiltere'nin rolü olmuştur. Bir İngiliz yetiştirmesi olan Baduvas'ın daveti, ABD-İngiltere-Simitis komplosunun ilk adımı olarak devreye konulmuştur."
YUNANİSTAN’A GİRİŞİ ENGEL
Atina’ya varan Öcalan'ın Yunanistan’a yaptığı siyasi iltica talebi işleme konulmadı. Uluslararası hukuk ve Yunan yasalarına göre, yapılan iltica talebinin mahkemeye gönderilmesi, sonucunun beklenilmesi gerekirken, bu prosedür Öcalan’a uygulanmadı. Yunan Kamu Düzeni Bakanı Filipos Peçalnikos, imza atılan bu hukuksuzluğu Atina Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki ifadesinde, "Aslında Öcalan'ı tutuklamamız gerekirdi" sözleriyle dile getirecekti.
BÜTÜN TAVİZLER VERİLDİ
Öcalan, iltica talebinin kabul edilmemesi ve verilen sözlerin yerine getirilmemesinden sonra Moskova’ya hareket etti. 33 gün Rusya'da kalan Öcalan, bu süreç içerisinde Rusya'dan siyasi sığınma talebinde bulundu. 4 Kasım günü Rusya'nın Duma Meclisi, 298 milletvekilinin Öcalan'a siyasi sığınma hakkı tanınması için hazırlanan karar tasarısını onayladı. Ancak dönemin ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright adına sözcüsü James Rubin, hiçbir ülkenin sığınma hakkı tanımasını kabul etmeyecekleri açıklamasını yaptı. Bu dönemde Rusya'ya IMF aracılığıyla 8 milyar dolar kredi verilirken, Türkiye ise “Mavi Akım” projesini Ruslara verdi.
'AVRUPA’YA AĞIR GELDİK'
Öcalan, tarihler 12 Kasım 1998'i gösterdiğinde uçakla bu kez İtalya'ya geçti. İktidarda bulunan Massimo D'Alema Hükümeti, her ne kadar bu konuda güvence verse de Öcalan'ın İtalya’ya gelmesinin ardından hakkında tutuklama kararı alındı. D'Alema, Öcalan'ı ölüm cezası olan Türkiye gibi bir ülkeye iade etmeyeceklerini ve kendi kanunlarına göre, bir yargılama yapacaklarını açıkladı. Türkiye, bunun üzerine İtalya’ya dönük ambargo ve ürünlerine dönük boykotlara başvurdu. Bu günlerde Öcalan’ın hakkında Almanya'da da tutuklama kararı olmasına rağmen acil toplanan Alman yargı kurumları ise, "zaman aşımına uğradı" gerekçesiyle davanın düştüğünü ve bu yüzden Öcalan'ı istemediklerini belirtti.
Öcalan’ın İtalya'da kaldığı süre içerisinde Kürt sorunu ve PKK, Avrupa'nın temel gündemi oldu ve çözüm amaçlı birçok girişim gündeme geldi. Ancak İtalya devleti, içeride sağ muhalefetin, dışarıda ise ABD ve Türkiye'nin yoğun baskılarına daha fazla direnç gösteremedi. Bunun üzerine yeniden alternatif ülke arayışlarına başlandı. Öcalan'ın "Varlığımız Avrupa'ya ağır gelmiştir" sözleri, rotanın başka bir Avrupa ülkesi olamayacağını gösteriyordu. Böylelikle rota yeniden Rusya'ya yeniden çevrildi ve Öcalan 6 Ocak 1999 günü Roma'dan ayrıldı.
KENYA SÜRECİ
Roma’dan ayrıldıktan sonra ülkeye dönme kararı alan Öcalan’ın bindiği uçak Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’ye indirildi. Öcalan, burada 6 günlük esaret yaşadı. Bunun üzerine Öcalan, tekrar Yunanistan’a geçti. Öcalan, burada kalmasına izin verilmemesi üzerine uluslararası mahkemeye çıkmak amacıyla Hollanda'ya gitme önerisini sundu. Bir uçak kendisini Atina'dan Beyaz Rusya'nın Minsk kentine götürecek, buradan da ikinci bir uçakla Lahey'e götürülecekti. Ancak havalimanına inildiğinde Lahey'e gidecek olan uçak ortada yoktu. Çünkü Hollanda ve Beyaz Rusya tarafından bu uçağa iniş izni verilmemişti. Bunun üzerine Yunanistan'a dönmek zorunda kalan Öcalan'ın yeniden ülkeyi terk etmesi için baskılar yapılınca bu kez aynı uçakla Korfu Adası'na gidildi. Korfu'da tutuklu muamelesi gören Öcalan'a kendi iradesiyle adayı terk etme imkanı da tanınmadı. Korfu Adası'nda bulunan Öcalan'ın yanına gelen Yunan istihbaratçı Savas Kalenderidis, Öcalan'a "Pangalos'la konuştum, sizden özür diliyor. Çözüm bulduk" diyerek, Afrika ülkelerine rotayı çevirdiklerini söyledi. Önce bu plana karşı çıkan Öcalan, daha sonra bu planı kabul etmek zorunda kaldı. Öcalan plana göre önce Afrika ülkelerine geçecek, buradan da Güney Afrika Cumhuriyeti'ne götürülecekti. Ancak uçağın rotası 2 Şubat günü Kenya'ya çevrildi. Öcalan, Kenya'da kaldığı Yunan Büyükelçiliği konutundan sürekli ayrılmaya zorlandı. En son Kenya'da sıkıştırılan Öcalan, 15 Şubat 1999'da Türkiye'ye teslim edildi.
OYUN ÖNCEDEN HAZIRLANMIŞTI
Öcalan, sonrası süreçlerde NATO güçleri ve Rusya'nın ortaklaştığı komployu "Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesine" benzeterek, "Büyük ihtimalle oyunun son perdesi bilinerek hazırlanmış ve oynanıyordu. Süreç, çarmıh veya tabutun hazırlanmasıydı. Moskova'dakiler ilk çivileri sıkı vuruyorlardı. İlk defa, suratlarında dostluğa hiç yer vermeyen görüntülerle tanışıyordum. Belli ki karar, üst düzeyden ve kesindi" değerlendirmesinde bulundu. Öcalan, ayrıa komplo sürecinde esas aktörlerin ABD, İngiltere ve İsrail olduğunu sık sık vurgulayarak, Türkiye’nin bu süreçteki rolünü “gardiyanlık" olarak nitelendirdi. Öcalan’ın Türkiye’ye getirildiği süreçte dönemin başbakanı olan Bülent Ecevit'in, “Apo’yu bize niye verdiler, anlamadım” sözleri de bu rolü doğruluyordu.
‘GÜNEŞİMİZİ KARARTAMAZSINIZ’ EYLMELERİ
Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi sonrası tüm dünyada Kürtler ayağa kalktı. Kitlesel yürüyüşler gerçekleştirip, açlık grevleri başlatan ve konsoloslukları işgal ederek Öcalan’a dönük hassasiyetlerini gösteren Kürtler, komplonun giderek ete kemiğe bürünüp, Avrupalı devletlerin gerçek yüzlerini göstermeleri ile birlikte farklı eylemlere de başvurup, Öcalan’ın etrafında kenetlendi. Kürt halkı komploya karşı geliştirdiği “Güneşimizi karartamazsınız” eylemleriyle Öcalan’a bağlılıklarını göstermeye çalıştı. Komplo sürecinin sürdüğü 4 aylık süreçte 63 kişi, bedenini ateşe verip yaşamını yitirdi. Onlarca kişi ise yaptıkları eylemler nedeniyle ağır yaralandı. Komploya karşı geliştirilen eylemler dünyada büyük yankı uyandırdı.
ABDULLAH ÖCALAN’IN DİRENİŞİ
Öcalan, sonraki yıllarda komplonun amacına ve buna karşı nasıl direndiğine dair birçok değerlendirmede bulundu. "Ben Kapitalist Modernitenin tutsağıyım. Bütün hesaplar benim kör bir direniş içine girerek, öleceğim üzerine yapıldı” diyen Öcalan, 1999 komplosunun ardından konulduğu İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde verdiği direnişe dair şu ifadeleri kullandı: "İmralı’da geliştirdiğim demokratik çözüm ve barış süreciyle onların imha planlarını boşa çıkarttım. İdam cezası kaldırıldı ama ölünceye kadar, ağır tecrit koşullarında, zamana yayılmış ve azar azar ölüme götürecek, idamdan da beter ‘ölüm koridorunda’ tutulmaya devam edecektim. Halen içinde tutulduğum bu statü, mutlak tecrit uygulamalarıyla sürdürülmektedir. Bu koşullarda bile, iğne ucu kadar olanakları değerlendirerek geliştirdiğim savunmalarımla, komplocu kapitalist modernite dünya/sistemine alternatif olarak geliştirdiğim demokratik modernite dünya sistemiyle yanıt olmayı başaracaktım. Böylece uluslararası komployu, teorik düzeyde aydınlatma, teşhir ve boşa çıkarma sağlanmıştı, ama pratikte demokratik çözüm ve barış için çabalarımı sürdürecektim. Tarihi bir komployla karşı karşıyayız; Komployu boşa çıkarmanın yegane yolu, tüm düşmanlaştırma girişimlerine rağmen halkların demokratik birliğini geliştirmektir.”
DÜŞÜNCELERİ ORTADOĞU’DA YEŞERDİ
Öcalan'a dönük komplo süreci, Türkiye'ye getirildiği 15 Şubat 1999'dan sonra da sona ermedi. Öcalan, İmralı Adası'nda ağır tecrit altında tutulmaya başlandı. Ancak ağır tecrit koşulları da sonuç vermedi, Öcalan'ın bu koşullarda geliştirdiği fikirler Ortadoğu başta olmak üzere dünyaya yayıldı. Öcalan, Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesi ısrarından vazgeçmeyerek, "Demokratik Cumhuriyet" tezini derinleştirip, formüle etti. Öcalan'ın İmralı'daki tek kişilik hücresinde komployu boşa çıkaran bu fikirleri bugün birçok yerde "kurtuluş ideolojisi" olarak görülüyor.
ŞENGAL VE MAHMUR
1990'lı yıllarda Hakkari ve Şırnak gibi sınır kentlerinde "güvenlik" gerekçesiyle yakılan köylerden göç ederek Mahmur Kampı'na yerleşenler, yıllardır Öcalan paradigmasıyla kendi kendilerini yönetiyor. Bugüne kadar 73 kez fermandan geçirilen Şengal sakinleri de benzer bir yaşamı örüyor. Mahmur ve Şengal sakinleri, kadın ve gençlerin öncülüğünde kurulan yapıda şu an komünal bir yaşam esas alınıyor. Öcalan'ın fikirleri doğrultusunda kurulan öz güçler, Ortadoğu'da birçok kenti ele geçirmeyi başaran DAİŞ'in saldırılarını bile püskürtmeyi başardı.
ROJAVA DEVRİMİ
Komplonun ilk adımlarının atıldığı Suriye'de de Öcalan'ın fikirleri gün geçtikçe daha fazla kişiye yayıldı. Suriye'de 2011'de patlayan iç savaş sonrası rejimin zulmüne maruz kalan Kürtler ve diğer halklar, Öcalan fikirleri etrafında kenetlendi. Kuzey ve Doğu Suriye'de özerk bir yapı kuruldu ve iç savaştan bu yana burada yaşayan halklar yaşamlarını kendi öz güçleriyle sürdürüyor. DAİŞ'e karşı Kobanê'de ortaya koyulan direniş, tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Kuzey ve Doğu Suriye’de yaşanan devrim, birçok kesim tarafından "Komplonun gerçekleştiği mekanda devrim yapıldı" şeklinde yorumlandı. Öcalan’ın düşünceleri kapsamında oluşturulan özerk yapının temsilcileri, bugün Fransa, İsviçre ve İtalya gibi birçok Avrupa ülkelerinde üst düzey görüşmeler gerçekleştiriyor. Yine birçok Avrupa ülkesinde Özerk Yönetimi'n temsilciliği bulunuyor.
EVRENSELLEŞEN SLOGAN
Öcalan'ın fikirlerinin etkisi bunlarla da sınırlı kalmadı. Öcalan'ın kadın özgürlükçü paradigmasıyla hareket eden Kürt kadınlarının verdiği mücadele bugün dünyanın birçok yerinde kabul görüyor.
Bu paradigmayla hareket eden kadınların attığı “Jin, jiyan, azadî (Kadın, yaşam, özgürlük)” sloganı, ezilen kadınların vazgeçilmez sloganı olarak sokaklarda yankılanıyor. En son İran'da “ahlak polisi” tarafından katledilen 22 yaşındaki Kürt kadın Jîna Mahsa Amini için yapılan eylemlerde bu slogan isyanın sembolü haline geldi.
ÖZGÜRLÜK KAMPANYALARI
Tüm bunlar komployu büyük oranda boşa çıkarırken, günümüzde artık Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması Kürtler ve dostlarının temel taleplerini başında geliyor. Fransa’nın Strasburg kentindeki Avrupa Konseyi (AK), Avrupa Parlamentosu (AP), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve CPT binalarının bulunduğu meydanda 25 Haziran 2012’de Öcalan için başlatılan Özgürlük Nöbeti'nin ardından 2015'te İtalya’nın Palermo kentinde Öcalan’a fahri vatandaşlık verildi.
Britanya’nın en büyük sendikaları Unite The Union ve GMB, Nisan 2016’da “Freedom for Öcalan” (Öcalan’a Özgürlük) kampanyası başlattı. 20 Eylül 2016 tarihinde aralarında Nelson Mandela’nın avukatı Essa Mossa’nın da bulunduğu Uluslararası İmralı Heyeti üyeleri, Avrupa Konseyi İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Komitesi (CPT) acilen İmralı'yı ziyaret etmesi çağrısında bulundu. 23 Ekim 2017 tarihinde farklı halk ve inançları içeren 63 kurum, CPT önünde süresiz oturma eylemi başlattı. Güney Afrika Kürt Çalışma Grubu (KHRAG) ve Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu (COSATU), 11 Ocak 2021 tarihinde “Zamanı Geldi: Türkiye’de adil bir barış için Abdullah Öcalan’a özgürlük” şiarıyla kampanya başlattı. Birleşmiş Milletler’i (BM) harekete geçirmeyi amaçlayan kampanya kapsamında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’e Avrupa’nın birçok ülke ve şehrinde “Derhal harekete geç” çağrısıyla binlerce mektup gönderildi.
15 Şubat 2021 tarihinde dünyaca tanınmış yüzden fazla sanatçı, gazeteci, yazar, “Abdullah Öcalan’a özgürlük” başlığıyla bir deklarasyon yayınladı. Abdullah Öcalan’a Özgürlük İnisiyatifi’nin organizasyonuyla Latin Amerika’dan İspanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’ya kadar birçok ülkeden 40’ın üzerinde akademisyen, sanatçı, siyasetçi, yazar, barış ve kadın hakları savunucusu ve gazetecilerin yer aldığı kişi, 9 Kasım 2021 tarihinde Yunanistan’ın başkenti Atina’dan “Özgürlük Gemisi” ile Öcalan için hareket etti.
AVUKATLARIN GİRİŞİMİ
Öcalan üzerindeki tecride karşı hukuki mücadele de sürüyor. Türkiye ve dünyanın birçok yerinde hukukçular Öcalan’dan haber alınamaması ve tecridin kaldırılması için hareke geçti. 29 baroya kayıtlı 775 avukat, Suriye’de 691 avukat, Ortadoğu’da 756 avukat ve son olarak dünya genelinde 350 avukat, tecrit koşullarının sona erdirilmesi için Öcalan'la görüşmek için Adalet Bakanlığı'na başvurdu.
MA / Ergin Çağlar