ANKARA - AKP’nin yeni operasyonları duyurması, bir gün sonra CHP’nin “kaçış planı” iddiası ve aynı gün HDP’nin de muhalefete “savaşa karşı çıkalım” çağrısı dikkate değer. Savaşa verilecek olası örtülü destek, “kaçmaya” değil kalıcılaşmaya hizmet edecek.
Ankara siyaseti, bir süredir oldukça sıcak gündemler içerisinde yoğun bir hareketlilik yaşıyor. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim güvenliği kapsamındaki SADAT çıkışı ve Erdoğan’ın seçimleri kaybedeceğini öngören “kaçış planı” açıklaması, iktidarı psikolojik olarak açık bir savunmaya yöneltti. Çünkü AKP-MHP iktidarının tüm hamleleri, iktidarını korumaya yönelik olduğu aşikâr. AKP-MHP’nin milliyetçilik ve “terör” manipülasyonu üzerinden manevra alanı sağladığı hamlelerinin muhalefet tarafından ne kadar bütünlüklü görüldüğü ve neye-nasıl muhalefet edip-edilmediği ciddi tartışma konusu. Ankara’daki iktidar yeni bir savaş konseptiyle muhalefeti hizaya getirme ve etkisiz kılmak istediği görünen bir durum.
17 NİSAN’DAKİ SALDIRI
AKP-MHP ittifakı, yaklaşık 2 yıldır seçim sisteminde sistematik değişiklikler yapıyor ve seçimlerin normal geçmeyeceğine dair açıklamalar geliyor. Ankara’nın temel tartışmaları bu gündem üzerine yürüyor. Oysaki Federe Kürdistan Bölgesi’ne Nisan ayında başlatılan saldırı, seçim sonuçlarına etkilemek için yapılan önemli bir hamleydi. Peki, burada beklenilen sonucu alabildi mi? İktidar medyası dahi, beklenilen etkiyi yaratmadığı ve bu nedenle saldırıyı yok hükmünde görmeye başladıkları söylenebilir.
KUZEY VE DOĞU SURİYE
AKP-MHP ittifakı, iktidarını bir süre daha koruyabilmek için Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik bir askeri saldırı için hazırlandıklarını sıklıkla dile getirmeye başladı. İki gün önce toplanan MGK’de saldırının ayrıntılarının konuşulduğu basına yansıtıldı. Seçim sistemine müdahale ve savaş politikalarının elbette ekonomik arka planı da bulunuyor. Yeni Ekonomik Model kapsamında Saray’da yapılan sunumlarda yer alan hamlelerin başarısız olması, iktidarın seçim takvimi ve taktiklerini değiştirmeye zorlandığı görülüyor.
AKP-MHP iktidarı, iki temel hamle üzerinden seçimlere hazırlanıyor. Seçim sisteminde değişimler ve savaş planları...
SEÇİM SİSTEMİ
Seçim sistemine müdahaleye yönelik en son gelişme, yaz aylarında Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) kararnamesiyle seçim kurullarına müdahale edileceği yönünde. İktidar, neredeyse iki yıldır seçim sistemine yönelik müdahalelerde bulunuyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 2020 yılının bahar aylarında seçim kanunun değişmesi yönünde açıklamalar yaptı. Hazırlıklara başlayan iktidarın taslağı bu yıl içinde Meclis’te kabul edildi. Buna göre Kürtlerin ve sosyalistlerin partilerinin seçime girmemesi için getirilen yüzde 10 barajı, işlevini yitirdiği için düşürüldü. Gelecek ve DEVA partilerini engellemek için “ittifakın aldığı oy toplamı ülke barajını geçtiği takdirde, seçim çevrelerinde milletvekili hesabı ve dağılımı, ittifak içinde yer alan her bir partinin o seçim çevresinde almış olduğu oy sayısı dikkate alınarak yapılır” şeklinde madde getirildi. Çeşitli maddelerde, seçime katılma yeterliliği özellikle zorlaştırıldı. Seçimlerden önce HDP’yi kapatma planı uygulanırsa yeni ya da hazırlığı yapılan başka bir partinin seçime girmesi engellenmek istendi.
CHP’nin İyi Parti’yi seçimlere soktuğu “vekil transferi” yine engellendi. İl Seçim Kurulu üyelerinin kura ile seçilecek olması, AKP’lilerin çoğunlukta olacağını düşündürdü. Tüm bu gelişmelerin arasında SADAT’ın seçim güvenliğine müdahale edeceği, muhalefete yönelik siyasi cinayetlerin olacağı tartışıldı. Süreç sonunda 1946 seçimleri benzeri iktidarın elinde sopasıyla adil olmayan bir seçime gireceği algısı, özellikle muhalif seçmende oluştu. Ankara’daki hareketliliğin bir yanı buydu. Kılıçdaroğlu’nun “kaçacaklar” açıklaması da tam bu noktada, “seçim olacak ve kaybedecekler” algısının tekrardan seçmene geçmesi anlamında önemliydi. İktidar medyası da savunma psikolojisiyle “kaçacaklar” yerine “kaçmayacaklar” demesi, özellikle AKP seçmeninde bir güvensizliğe yol açtığı görülmeye başlandı.
SAVAŞ PLANLARI
Şu an ayrıntıları hazır olan ve Kürtlere yönelen savaş planını, sonucu ne olursa olsun yürürlüğe koymak isteyen iktidar, bunu son şansı olarak değerlendiriyor. Seçim sitemindeki değişiklikler ile iktidarın savaş planları aynı döneme denk geldi. Bu iki yönlü olarak seçimlere müdahalenin önemli işareti olarak değerlendirildi. İktidar, Federe Kürdistan Bölgesi’ne başlatılan saldırılardan istenilen sonuçlar alınmış olunsaydı seçim sürecini hızlandıracaktı. Ancak “bitirdik, bölgesel güç olduk, kazandık” yönündeki milliyetçilik güdüsü üzerinden başarı hikayeleri yazılabilmiş değil. İktidarın söz konusu saldırılarına Millet İttifakı kanadından tepki verilmemesi, aksine destekleyen açıklamalarda bulunması, seçimlerin kazananı ve kaybedenini belirlemek açısından da önemliydi. Federe Kürdistan’da istenilen sonucun alınamaması üzerine Erdoğan yeni bir “savaş açıklaması” yaptı. Suriye’ye yönelik askeri saldırı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında resmileştirildi. Bu bakımdan iktidarın önceliğinin seçimi kaybetmesi, ardından belirsiz bir kaçış planı olmadığı, seçimi kazanmasını sağlayacak bir savaş planı olduğu açıkça görüldü. Kaçmak yerine kalıcılaşmak üzere seferden döneceğinin ihtimal dışı tutulmasının, demokrasi isteyen çoğunluğa kaybettireceği ihtimali belirdi.
Yeni askeri saldırıların, ekonomik krizin yarattığı tahribatlar ve iktidarın kan kaybının durdurulamaması ardından gelmesi, savaş-seçim arasındaki ilişkiselliği kurdurabiliyor. Seçim sistemine yönelik yaz aylarında yapılacak yeni müdahale ve özellikle savaş planlarıyla seçimlerin kazanının belirlenmesi kurgusu, mevcut ekonomik kiriz ve Saray’ın uygulamaya çalıştığı Yeni Ekonomik Modelin başarısızlığıyla iç içe geçti. Geçtiğimiz yıl Kasım ayında Saray’da yapılan ve basına da kısmen yansıyan Şefik Çalışkan imzalı bir bilgi notu, seçimlerin 2022 Haziran öncesinde yapılmayacağı, bu tarihe kadar makro ekonomik verilerin düzeltileceği öngörülmüştü. Sunumda yer alan kurun yükseltilmesi, MB’nin piyasaya müdahale etmesi, faizlerin düşürülmesi, basına sansür uygulanması ya da AKP’lilerin bu konuda demeçler vermemesi yönündeki öneriler harfiyen uygulandı. Yeni Ekonomik Model ve seçimlere yönelik hamleler başarılı olmadı ve savaş planları daha güçlü şekilde devreye sokuldu. Yine sunumda yer alan Kürtlere yönelik saldırılardan yaratılacak “başarı hikayesini” iktidarın yürürlüğe koyduğu anlaşılıyor.
HDP’NİN ÇAĞRISI
Saray’da yapılan tüm tartışmalar, Yeni Ekonomik Model kapsamında 2022 Haziran’a kadar makro ekonomik verilerin düzenlenmesi ve seçim sürecine girilmesine kitlendi. Ancak hesaplar tutmadı, döviz beklenenden daha çok cepleri yaktı ve zamların önü alınamadı. Enflasyon, işsizlik, cari açık vb. makro ekonomik verilerde iyileşme sağlanamadı. Belli ki asgari ücrete zam yapacak bir gücü de iktidar kendinde göremedi. İktidarın ekonomik normalleşmenin sağlanacağını düşündüğü Haziran ayı yaklaşırken, “başarı hikayesinin yazılacağı” hamle devreye girdi: Ukrayna Savaşı’nda oluşan boşluk, NATO’daki tartışmalar ve içerde yaratılan terör tehdidi üzerine kurulu savaş planı. Federe Kürdistan Bölgesi’nde devam eden ve Kuzey-Doğu Suriye’de başlaması muhtemelen savaş sürecine topyekûn karşı çıkılmadığı sürece, iktidarın olası Pirus Zaferi, onu bir dönem daha koltuğunda tutabileceği güçlü ihtimal. İktidarın savaş aracı, ona seçimi erteleme ya da erken baskın bir seçime girme alanı açtığı görülüyor.
AKP’nin yeni operasyonları duyurması, bir gün sonra CHP’nin Erdoğan’ın “kaçış planı” iddiası ve aynı gün HDP’nin de muhalefete “savaşa karşı çıkalım” çağrısı yapması politik ilişkilerin karmaşıklığı ve sistem içi muhalefetin pozisyonunu anlamak bakımından dikkate değer. İktidarın savaş kararı almasıyla iç politik dengeleri değişme hamleleri ancak savaşa karşı ortak karşı koyuşla birlikte aşılır. İktidarın ayakta kalmak için başlatma kararı aldığı savaş gibi yıkıcı hamleler, savaş karşıtı pozisyonla ortak demokratik kazanımlara dönüştürülebilir. Aksi taktirde savaşa verilecek olası örtülü destek, “kaçmaya” değil kalıcılaşmaya hizmet edecektir.
MA / Deniz Nazlım