İSTANBUL - Türkiye’de su krizinin uzun bir süredir var olduğunu belirten Boğaziçi Üniversitesi Su Yönetimi Uzmanı Dr. Akgün İlhan, iklim değişikliğiyle uyumsuz politikalara devam edildiği sürece bunun değişmeyeceğini söyledi.
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2021 yılı Küresel Risk Faktöründe önümüzdeki 10 yılda dünyayı bekleyen en büyük 4 riskin, “Bulaşıcı hastalıklar, iklim krizi, biyolojik çeşitlilik kaybı ve su krizi” olduğunu açıkladı. Doğal Hayatı Koruma Örgütü’nün (WWF) 2020 Kasım ayında yaptığı bir araştırmaya göre ise 2050 yılında dünya nüfusunun yarısından fazlasının "çok yüksek su riski" olan bölgelerde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalabileceğine dikkat çekilirken, şuan ise dünyanın dört bir yanındaki insanların yüzde 17’sinin olumsuz su koşullarından etkilendiğini gösteriyor. WWF, gelecekte su sorunun yoğun yaşanacağı yerler arasında, Güney Asya, Ortadoğu, Güney Amerika ve Afrika'nın yanı sıra Pekin, İstanbul ve Rio de Janeiro gibi kalabalık şehirlerin de olabileceğini bildirdi.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gelecekte su kıtlığı ile karşı karşıya kalacak ülkeler arasında. WWF-Türkiye’nin başlattığı bir araştırmaya göre su sıkıntısının sadece İstanbul’da yaşanmadığına dikkat çekilerek, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya’da da bugün dünya üzerinde “su riski yüksek kentler” listesinde yer aldığı belirtiliyor. Su krizini barajların doluluk oranlarından ibaret olarak görülürken, uzmanlar su krizinin sadece barajların doluluk oranıyla alakalı olmadığının altını çiziyor.
Boğaziçi Üniversitesi Su Yönetimi Uzmanı Doktor Akgün İlhan ile son dönemde artan su krizi tartışmaları üzerine konuştuk.
KENDİ KENDİNE GEÇMEZ
Türkiye’de su krizinin uzun bir süredir var olduğunu söyleyen İlhan, kuraklığın ise ülkede her 4-5 senede bir görüldüğünü belirtti. Yurttaşların ve yöneticilerin her kurak dönemde paniğe kapıldığını ve sanki ilk kez kuraklıkla karşı karşıya kalmış gibi davrandıklarını dile getiren İlhan, bu duruma karşı önlem alınmadığı müddetçe kuraklığın şiddetlenerek devam edeceğinin altını çizerek, “Kuraklık kendi kendine geçecek bir olgu değil” dedi.
NÜFUS ARTIŞININ ETKİSİ
Kuraklığın iklim değişikliğinin bir tezahürü olduğunu söyleyen İlhan, iklim değişikliğinin yağış rejimlerinin değişikliği olduğunu anımsatarak, “Yağış rejimlerinin değiştiği için normalde 3 ayda yağacak yağmur 3 saatte yağıyor. Akdeniz havzasında yer alan Türkiye iklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkelerden biri” diye belirtti. Su krizinde iklim değişikliğinin yanı sıra hızla artan nüfusun da sorunu büyüttüğünü belirten İlhan, nüfusun artmasıyla birlikte kişi başına düşün su miktarının da azaldığını ifade etti.
SU FAKİR OLMA YOLUNDA
Türkiye’nin Falkenmark indeksine göre su fakiri bir ülke olma yolunda hızla ilerlediğinin altını çizen İlhan, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü: “Bu göstergeye göre kişi başına düşen yıllık su miktarı eğer bin metre küpün altındaysa o ülke su fakiri olarak kabul edilir. Bizim ülkemizde toplam 112 milyon metreküp su var. Bunu 83 milyonluk nüfusa böldüğümüzde bir kişiye bir yılda bin 349 metreküp su düşüyor. Şu an su stresi çeken bir ülkeyiz. 1960’larda bu oran 2 binin üzerindeydi ve su stresi yaşayan bir ülke bile değildik. Türkiye’nin şu an su fakiri bir ülke değil ama bu gidişle 2050’lerde bu kategoriye girecek.”
FELAKET GETİRİYOR
İklim değişikliğine rağmen buna uygun kentlerin kurulmadığını vurgulayan İlhan, iklim değişikliği yokmuş gibi hayata devam edildiğini belirtti. İlhan, “Birkaç gün yağmur yağdığında kuraklığı unutuyoruz. Fakat İstanbul’da da yaşadığımız gibi aşırı yağmurlar sellere dönüşüyor. Yani biz bu suyu değerlendiremiyoruz. Çünkü su geçirimsiz beton ve asfaltın üstünden hızla akıp denize gidiyor. Normalde bereket getirmesi gereken su, felaket getiriyor” diye belirtti.
GERİ DÖNÜŞÜ YOK
Kuraklık dönemlerinde pek çok gölün kuruyabileceğini fakat sonra canlanabileceğini belirten İlhan, “Fakat son 40 senede 40 tane gölümüzü kaybettik. 2 Marmara Denizi büyüklüğünde sulak alan ortadan kalktı. Bunun geri dönüşü yok. Bunları sadece kuraklık nedeniyle değil yanlış yapılaşma nedeniyle de kaybediyoruz. İklim değişikliği dediğimiz olgu, tepeden inmiyor. İklim değişikliği ve onun tezahürü olan kuraklıktan biz sorumluyuz. İklim değişikliğini yaratan da biziz, onunla uyumlu davranmayan da biziz” ifadelerini kullandı.
'SUYUMUZU SATIYORUZ'
Ülkede var olan suyun kullanımı hakkında da bilgi veren İlhan, “Suyun yüzde 74’ü tarımda, yüzde 13 sanayi ve yüzde 13 ise kentte kullanılıyor” dedi. İlhan, suyu verimli kullanarak su tüketiminin azaltılabileceğini söyleyerek, “Tarımda çok fazla su kullanılıyor bunu yarıya indirebiliriz. Tarımda vahşi sulamadan damla sulama teknolojisine geçildiğinde daha az suyla aynı verimi almak mümkün. Ayrıca pamuk ve mısır gibi dünya pazarı için yetiştirdiğimiz su canavarı bitkilerin tarımını da azaltmamız gerekiyor. Bunları sattığımızda suyumuzu da satıyoruz, toprağımızın veriminin de azaltmış oluyoruz” diye belirtti.
‘YAPABİLECEKLERİMİZ VAR’
Tarımda yapılacaklar gibi kentlerde de su tasarrufu için yapılacak pek çok şeyin olduğunu söyleyen İlhan, “Kentlerde suyun yüzde 44’ü daha musluklarımıza varamadan şebeke sisteminde kayboluyor. Suyun yarısının yolda kaybolması ciddi bir sorun. Bunun azaltılması için 2014’te İçme Suyu Temin Ve Dağıtım Sistemlerindeki Su Kayıplarının Kontrolü Yönetmeliği hayata geçirildi. Bu kaybı büyükşehirlerde yüzde 25’e indirmek hedeflendi. Fakat bir iyileşme olmadığı için 2019 diye belirlenen hedef tarih 2023’e ertelendi. Bu duruma baktığımızda ise su kaybı meselesi ciddiye alınmadığı görülüyor. Bu kaçağın indirilmesi gerekiyor. Bunun içinse finansman kadar kararlılık da gerekiyor. Musluklara varabilen suyu da vatandaşlar iyi kullanmıyor. Gri su dediğimiz az kirlenmiş atık suyun, evlerde basit bir arıtmadan geçtikten sonra yeniden kullanılması gerekirken bunun yerine musluktan gelen içme suyunu kullanıyoruz. Sadece gri suyu yeniden kullanarak bile evlerimizde yüzde 50’ye varan tasarruf sağlayabiliriz” dedi.
‘SU KULLANIMINI AZALTABİLİRİZ’
Sanayi sektörünün ise tarım kadar su kullanılmadığını fakat daha ciddi bir kirlilik yaratabileceğini söyleyen İlhan, “ Sanayi, suyu kimyasallarla kirletiyor. Ancak özellikle Organize Sanayi Bölgeleri ve fabrikalar aynı suyu defalarca kullanarak ciddi su tasarrufu sağlayabiliyor. Bu örneklerin artması lazım. Bütün sektörlerde suyu verimli kullanıp ciddi boyutlarda su tasarrufu sağlayabiliriz. Sadece musluktan akan suyu tüketmiyoruz. Bir kilo elmayı üretirken de su kullanılıyor. Her ürünün ve hizmetin bir su ayak izi var. Bunu da hesaba katmamız gerekiyor. Su tasarrufu deyince sadece musluktan akan suyu değil, aldığımız ürünler ve hizmetlerdeki su tüketimini de düşünmemiz gerekiyor” dedi.
KENTLER KENDİNE YETMELİ
İstanbul’da kentleşme nedeniyle yeşil alanların azaldığının altını çizen İlhan, “Yeşil alanlar suyu topluyor. Yıllar önce Küçükçekmece gölü çevresindeki çarpık kentleşme orayı nasıl bitirdiyse İstanbul’da pek çok havzayı ve su kaynağını benzer bir son bekliyor. İstanbul kendi suyunu koruyamadığı için çevre illerden kendisine su taşıyor. Bunun sonu nereye varacak? Her kent su anlamında kendine yetecek şekilde ayağını suyuna göre uzatmalı” ifadelerini kullandı.
SÜNGER KENTLER
Kentlerin “sünger kentler” haline getirilerek kente inen yağışın kentte kalması gerektiğinin altını çizen İlhan, “Sulama istemeyen bitki türlerin kullanıldığı parklar kurulmalı ve mevcut ormanlar korunarak miktarları arttırılmalı. Doğa temelli çözümlere yönelmek gerekiyor. Yeşil alanlar artırılırsa kentin biyoçeşitliliği kuvvetlenir, insanların yeşile hasreti biter, kentin iklimi düzelir, sel, kuraklık ve sıcak dalgası gibi iklim riskleri azalır, havası temizlenir. Yeşil alanların artırılması hem ucuzdur, hem de tek hamleyle pek çok çözüm oluşturur” şeklinde konuştu.
MA / Kadir Güney